Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

CEPLERİMDE ÖLÜ ANILAR

Tam "yazılabilecek ne varsa kağıda geçirdim, söyleyecek sözüm kalmadı; kırıldı kalemim, bitti kelimelerim" derken yine insanlığa seni anlatıyor hâlde buluyorum kendimi. Bitti denilen yerde yeniden başlıyor aslında her defasında. Her şey yeniden başlıyor bizim dışımızda. Aşkı ve yaşamı kıyaslıyorum ardından. "Çünkü, herkes öldürür sevdiğini" ... Herkes gibi ben de korkuyordum ölümden ve içimi kasvetle kaplıyordu her mezarlık, her mezar taşı, bitmişliğe dair ne varsa hayatta... Ama sonradan şunu fark ettim: bir insan cesur olabildiği kadar vardır. Kaybetme korkusu, kaybettirir; yok olma korkusuyla yok olup gittiğimiz gibi... Aşk insanı önce var eden, sonra hem içine korku salıp, aynı anda cesur kılandır.Bir de; aşk ve hayatın bitişi insan için, yüz yıllardır ilham kaynağıdır. Aşk, en çok yakışan histir insana. Ve bir de; gece kulüpleri, alışveriş merkezleri, oteller, çarşılar, pazarlar, hanlar, hamamlar değil, insanın en çok yakıştığı yer mezarlıklardır... ...

BİR GECE ZEHİRİYDİ ÖZLEM

Tüm kavgalarımızı yeniden ettim seninle... Her defasında seni haklı çıkardım. Sana bir sürü şiir yazdım, sakladım sonra... Tüm şişelerimizi yeniden içtim bu gece Kokunu yeniden içime çektim. Yine ayrıldım, tekrar ağladım Sen yokken seni yaşadım yine, Sensizlik iyi gelmiyor sevdiğim Bu gece seni yeniden sevdim Bir kez daha senden nefret ettim... Hem konuştum, hem ağladım. Sonra sarıldım yokluğuna Bir kez daha depremler açtı içimde özlemim Şarkılarımızı dinledim. Bu gece yine yandım, Ağladım ve sarıldım Eski bir dostu arayıp ona anlattım... Bu gece aklıma gelmemeliydin Seni, hayalinle aldattım. Tüm anılarımızı yeniden yaşadım seninle... Yeniden yüzüm boynunda uyudum, Kokunu ciğerlerime doldururcasına, İçimdeki boşluğa sarıldım. Senden başka isim de kalmadı ne geçmişimde Ne anılarımın içinde bir yerde Özlüyorum git gide artarak, Özlüyorum her saniye. Selin'S

SON SIRADA MUTLULUK

Bir grup çocuğun oyunundan doğan bir yazı bu... Balkonda oturup ılımaya başlayan havanın tadını çıkarıyordum ve güneş dolduruyordum ruhuma. Bir kaç çocuk sokakta oyun oynuyordu. -Ben birinci olcam! -İki! -Üçüm! -Ben de dördüncüyüm! Dört! Dördüncüyüm! Bu en son gelen neşeli kız çocuğu sesiyle gayri ihtiyari başımı çevirip sesin geldiği yere döndüm. O an benim için çok özel bir andı, çok etkileyiciydi. Neden mi? Çünkü, sadece dört çocuk vardı. İşin ilginç yanı, dördüncü olmak isteyen çocuğun hevesi ve mutlu tavırlarıydı... Sonuncu olmaktan duyulan mutluluk, mutlu olmak için sebepler aramamak, sadece çocuklara ait bir haz mıydı? "Çocuk " denilen yaşlarda sonuncu olmak insanı bu kadar mutlu edebiliyordu, büyüdükçe hırslarımız, beklentilerimiz, memnuniyetsizliğimiz ve saçlarımızda aklar artıyor, hayat mevsimimizden güneş çiçeklerimiz eksiliyordu. Hevesle en son sırayı seçip, oyunun içinde olabilmeyi mutluluk kabul ediyorduk çocuk denilen yaşlarda, ama o yaş arttıkça insan de...

ŞEHR-İ SİYANÜR

Bir giriş cümlesi bulmalıydım, başlamak için yazıma... Bir de yokuş! Tırmanmak için hayatıma... Tırmanabilmek yeniden; zirvesinden düştüğüm hayatın yıkılmış merdivenlerini çıkamayacağımı anladığım anda, yeniden ulaşmayı istemek, hislerin karlı doruklarına... Hisler! Dağ gibi yığılmış, kan gibi akmış ve kar gibi sulanıp damlamış gözlerimden...Hisler, gün olur sarmalar, gün olur sarılıp gibi yaparak boğarmış. Anti-lirik sanatçı anlamazmış hislerden, 'sevdiğim' dediğini, yerden yere çalarmış...Ve hisler, bazen başladığı yerden biter, tam 'bitti' dediğiniz anda yeniden başlarmış... Şehirle bir sorunum var. Bir şehir düşünün, evden çıkıp işe hızlı yürürseniz on dakika on sekiz saniye geçtiğini, yavaş yürüdüğünüzde on altı dakika otuz üç saniyede ulaştığınızı biliyorsunuz. Kaldırım taşları nerelerde bozuluyor, sivri topuklu ayakkabılarla dışarı çıktığınız zaman nerelerde düşme ihtimaliniz var; hangi yolda sabah koşusuna çıkarsanız köpekler kovalar, yağmur yağdığı...

FAZLA

 FAZLA Bana göre nisanda doğulur, aralıkta ölünürdü. "Terli terli su içilmez", mesela... Bu kural gibi genel-geçer bir şeydi bu. Dokuz ay yaşardı insan, baharın ilk çiçekleriyle gözlerini açıp, ilk kar tanesiyle yumardı. Yine de bir kaç bahar daha görebilmeyi umardı. Sadece bir mevsim geçerdi ikliminden, o da "çocukluk" diye anılırdı. Gençlik, aşk, keder, eğitim, eğilim, çalışma ve çoğalma birer mevsim değil, sadece mevsimin içindeki bazı anlardı.   Yaşlanıveriyordu insan, nasıl olduğunu bile anlamadan... Hatta kimi insanlar daha çocukluk mevsiminde yaşlanıp ölüyordu çoğu zaman; dökülüveriyorlardı ölgün yapraklar misali, hayat ağacının budaklı dallarından...   Ben mi?   Ben tutundum.   Önce aileme, sonra sırayla çocukluğuma, acılarıma, anılarıma, aşka, yenil...