Ana içeriğe atla

FAZLA


 FAZLA



Bana göre nisanda doğulur, aralıkta ölünürdü. "Terli terli su içilmez", mesela... Bu kural gibi genel-geçer bir şeydi bu. Dokuz ay yaşardı insan, baharın ilk çiçekleriyle gözlerini açıp, ilk kar tanesiyle yumardı. Yine de bir kaç bahar daha görebilmeyi umardı. Sadece bir mevsim geçerdi ikliminden, o da "çocukluk" diye anılırdı. Gençlik, aşk, keder, eğitim, eğilim, çalışma ve çoğalma birer mevsim değil, sadece mevsimin içindeki bazı anlardı.  

Yaşlanıveriyordu insan, nasıl olduğunu bile anlamadan... Hatta kimi insanlar daha çocukluk mevsiminde yaşlanıp ölüyordu çoğu zaman; dökülüveriyorlardı ölgün yapraklar misali, hayat ağacının budaklı dallarından...  
Ben mi?  
Ben tutundum.  
Önce aileme, sonra sırayla çocukluğuma, acılarıma, anılarıma, aşka, yenilgiye, zaferlere, sayfalara, mürekkebe, sabah güneşine, O'nsuzluğa, sabah güneşinin onsuz doğuyor oluşuna ve sonsuzluğa...ve göz yaşına. Dalda kalıp, ölmeyi de unuttum. Olgunlaştım, kurudum, bir kez daha tutundum. Ben dalda kaldığımı zannederken, aslında ağaç olmuştum. Salladım sonra yapraklarımı. Beni anlasınlar, hayatı anlasınlar diye yeryüzüne döktüm yaşadıklarımı. Soluk renkli, biraz şeffaf, uzak görünen anılardı... Ya bu hareketsiz ağaç formundan çıkıp dünyayı gezesim ya da köklerimi topraktan çekesim vardı.  
Kırk altı... Sayfa numarası değil ha... Benim yaşım. Dünyaya tutunduğum sene sayısı. Nisanda doğup aralıkta ölemedim. Bir ağaç gibi heybetli de olamadım ben. Ya da ne bileyim, lezzetli meyveler veremedim. Hayatın sefasını süremedim mesela. Ya da insan gibi sevemedim. Ben hep fazla sevdim. Fazla yenildim. Belki de fazla sevdiğim için fazla yenildim. İlk mevsimimde bilemezdim sevginin yenilgi olduğunu. İlk mevsimde ölür kimi insanlar, bense delirdim... 
Kırk altı... Saat falan değil ha... Bu benim yaşım. Yaşam yılım, anılarım... İşte ben tam olarak o kadarım. Dolu dolu yasamışım, laf olsun diye, adı yaşamsa ben de biraz oyalanayım diye değil. Herşeyiyle... Bu yaşa kadar çevremde hep fazla olan insanlar aradım. Fazla seven, fazla benimseyen, fazla içten, hep daha fazla... Belki de dünya nüfusu gitgide kalabalıklaşırken, ben bu yüzden giderek daha fazla yalnızdım. "Fazla yaşamaz" diyordum kendim için, kendimi de şaşırttım. Biraz annem, biraz babamdm... Belki aralık olamadım ama kayıp değil, ya hep açık ya da nisandım...  


Selin'S




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜLLERİ YAKAN DİYALOGLAR

Selin: Ben, Şiirlere ve yazılara isim bulmakta usta olan ben, Hissettiğim şeye bir ad bulamamakla birlikte, hissediyorum. Hislerim hala yaşıyormuş. Hadi kutlayalım bunu, bu gece ölmeyen hislere içiyorum. Ve aynı şarkıyı, aynı kişi için defalarca kez üst üste dinliyorum. Umut: Aynı şeyi aynı kişi için her gece hissetmekten farkı ne ki? Aynı insana yazmıyor muyuz ömrümüz boyu tüm şiirleri? Selin: Hissettiğin an, içinde yaşıyorsun bir şeyleri. Kaldı ki bence öylesi daha iyi, bazı şeyler bilinmemeli. Umut: Tavandaki karolari saymaktan gözlerim bozuldu. Biraz da sesim kısık şarkı söylemekten bağıra bağıra. Görüyorum... Selin: Göremiyorum. Ne alfabedeki harfleri, ne yazdığım şiiri... Ne hislerimi ne bir gün sonrasını… Boğuluyorum. Umut:  Bak, şimdi karanlık ama yine doğacak güneş. Biz dursak da dönüyor dünya, biliyorum. Yıka yüzünü okyanuslarla, dağlara tutun, taşları sevmiyorum. Kalk hadi. Selin: Okyanus güneşin yakıcı sıcağına da...

Artık Sevmiyorum Ba(ş)lıkları

Çocukken alıştığımız gibi devam ediyordu hayatım, Çünkü biz sesi bile çıkmayan bebekleri uyutmaya çalışıyorduk küçücük dizlerimizde... Olmayan sobalara kesilmemiş ağaçlar atıp yanmasını izliyorduk, Hatta benim bir battaniyem vardı, turuncu, yarım, yaprak desenleri üzerinde Ben onu çırpamazdım, üzerinden yapraklar dökülmesin diye... Bir şeyler yine sahteydi çocukluğumda ama mutluydum... Olmayan aşkına tutunup, olmayan bir adamı seviyorum şimdilerde. Bazı şeyler kadar sahte olan bu durumda şimdi neden mutlu olamıyorum? Beş yıl kalmıştı otuz yaşıma, Nereden bakıldığına bağlı olarak çok genç ve çok yaşlıyım... Elimde dolunay çizelgesiyle geçişini izlerken ayların Aylar kendine yuva edinir kaplumbağa kabuklarını bayım Çığlardır parlayan gökyüzünde, Yıldızlar soğuktur aslında, Bir başka gezegende bile siz varsanız hayat vardır Ben yine kelimeleri yanarken soğuktan donan bir şehirde Sizin verdiğiniz nefesleri almaktayım... Üç defa da öldüm üstelik, gerçek birer ölümdü h...

İyiliğimde

       Yıkanmış gri beton merdiven kokusunu içime çekerek, soyulmuş duvarlarını izlediğim apartmanı kat be kat aşıp, anlamaya çalışıyorum. Yıpranmışlığı kadar yıkanmış, sorduğu kadar soyulmuş boyaları. Yüzümün akmış rimelleri ve ağladıkça artan gözyaşı kokusuyla; ben bir apartman mıyım? Her katımda farklı hayatlar, derinlerimde huzursuz fareler ve kaçık solucanlar ile ben de böyle sıkıcı mıyım? Yeni yıkanmış bir merdiven kokusu kadar yanıltıcı hayatım.      İyiyim. Hiç içmemiş olana, rakı kokusu kadar iyi. Kalbimi şöyle bir söküp, helallik aldıktan sonra bitirecek kadar iyi... Üzerimden bir motor geçmiş de "Bu da mı gol değil?" demiş olacak kadar iyi... Hâlâ sevgisizce yaşarcasına öylece... Sarı bir şiirde sadece "öylesine" kelimesine aşık olacak kadar iyiyim ve olmak istemeyecek kadar. Henüz hayata geçememiş planlar kadar, yanlış alınmış kararlar, yanlış anılmış şairler gibi, bundan sonraki yaşanacak yıllarda yanıp, hiç sönmeyecekmişçesine iyiyim. Teş...