Ana içeriğe atla

Pandemi Günlerinde Çağrı Merkezi

 1- Herşey Yolunda Merkez

Herşeye, herkese ve kendime çok uzağım. Keşke birileri önceden bir şey yazmış olsa da ben devam etsem, çünkü artık benim için sıfırdan başlamak çok zormuş; bunu sıfırdan başladıktan sonra farkettim. Uzağım işte, bu "özlüyorum" demeden özlemi anlatırken kullanılabilecek en etkili kelime bence. Şehir değiştirmek, ev, okul, iş değiştirmek çok büyük travma yaratır, demişti biri. Ne alakası var, değişim her zaman güzeldir diye düşünmüştüm. Şehir değiştirdim, uzun senelerdir içinden çıkamadığım, sevmediğim sevmediğimi düşündüğüm, iyi-kötü-çirkin-çok berbat-korkunç anılarım arasında iyi anılarımın %1'lik dilimi oluşturduğu şehirden kurtuldum. Zil takıp oynarım burdan ayrıldığımda diyordum ama, zil zurna sarhoş olmayı isteyecek kadar ağır gelmeye başladı "yalnız ve uzak" hissi bana... Sevdiğim insanlarla görüşmesem bile istediğim zaman görüşebileceğimi çünkü aynı şehirde olduğumu biliyor olmanın verdiği rahatlıktan uzağım. Sevdiğim insanlardan, ailemden, öğrencilerimden, iş ve okul arkadaşlarımdan, bölüm başkanımdan, hocalarımdan, öğrencilerimin ailelerinden, tanıdık esnaflardan, sevdiğimden... Yolda yürürken kimseyle karşılaşma ihtimalim yok artık. Kafamı kaldırmasam da olur. Gerçekten bunu mu istiyordum? Hayır ve böyle hissetmemin sebeplerini biliyorum, buna sonra değineceğim. Bir şey eksik kaldı bu senaryoda, anlam veremiyorum... 


Madem kimse yazıp çizmemiş ve ben üşenmeden, sıfırdan bir yazıya başlayacağım; giriş cümlesi olarak şu anı özetlemekle başlamak lazım. Uzun yıllar unutulmayacak ve tüm dünya insanlarının hayatında bir dönüm noktası olan Korona Virüs dönemindeyiz (ya da Covid-19, pandemi dönemi, sokağa çıkma yasağı, evde kalma günleri, ne şekilde adlandırırsanız). Bundan yirmi sene sonra insanlar şu cümleleri dile getirecek: "Hatırlıyor musun ya bir hastalık çıktı, aylarca evden çıkamadık!", "Düşünebiliyor musun insanlar eskiden birbirine dokunarak selamlaşıyorlarmış!", "Öyle bir virüs geldi ki bütün dünyada yaşlı olan veya bağışıklığı zayıf olan herkesi kırdı geçti, resmen işe yarar insanlar hayata devam etsin diye yapılmış bir komplo gibi!"… Şimdi bunlar neden bahsettiğimi anlatayım. Bu dönemde insanlar evden çıkamadığı için efendim, işler pek bir aksadı; işyerleri kapatıldı, insanlar işten çıkarıldı ve her zaman herkesin gittiği Mersin yerine tersine gitmeyi seçen Selin, insanlar deli gibi eleman ararken iş bulamadığı hâlde, insanlar cayır cayır işten çıkarılırken, bir işe girdi! "Şu dönemde iş bulmak mı, şansım döndü galiba" diye sevindikten kısa süre sonra da, şansının sadece ayak bilekleri etrafında dönüp kendisine çelme taktığını farkettiiii...

(Canım kör talihim. Seni çok seviyorum ve iyi ki körsün çünkü bana bütün bunları göz göre göre yaşatsan, çok yüksek ihtimalle gözlerini bizzat kendim oyardım.) Şu kısmı tekrar etmek istiyorum, insanların evinden çıkamadığı bu dönemde ben 

"şehir değiştirdim, uzun senelerdir içinden çıkamadığım, sevmediğim sevmediğimi düşündüğüm, iyi-kötü-çirkin-çok berbat-korkunç anılarım arasında iyi anılarımın %1'lik dilimi oluşturduğu şehirden kurtuldum. Zil takıp oynarım burdan ayrıldığımda diyordum ama, zil zurna sarhoş olmayı isteyecek kadar ağır gelmeye başladı "yalnız ve uzak" hissi bana... Sevdiğim insanlarla görüşmesem bile istediğim zaman görüşebileceğimi çünkü aynı şehirde olduğumu biliyor olmanın verdiği rahatlıktan uzağım." Ulaşım durmuştu. Otobüs, tren, uçak ve uzay araçlarının (!) kalkış izni olmayan bir dönemdeydik. Üstünden çok zaman geçmiş gibi anlatıyorum ama çok da geçmedi, sadece uzun yıllar sonra insanların gözlerine değecek bu satırlar, planlı zamanlı cümleler bunlar yani. Ne diyorduk? Ulaşımın durduğu bir zamanda şehir değiştirdim. İnsanlar işten çıkarılırken bir iş edindim. Üstelik babamın emekli olduğu yerde işe girdim. Akşama kadar geçen zamanımda, kendimi bir kaç kez "Acaba, babam 'yıllardır benim ne çektiğimi anlasın, biraz burnu sürtsün, benim yıllarca ne şartlarda çalışıp ne kadar zor kazandığımı görsün' düşüncesiyle mi beni burda işe soktu?", diye düşünürken buluyorum. Akşama kadar yüz elli- iki yüz insanla telefonda konuşuyorum. Akşama kadar o yüz elli-iki yüz insan bana bankanın kendisiymişim ya da ben yürüyen bir faizmişim gibi davranıyor. Bunlardan bazılarının iş yerindeki, arkadaş çevresindeki veya aile içindeki sorunlarından dolayı içlerine dolan öfkeyi, bana bağırıp çağırarak çıkarttığından da neredeyse eminim. Hatta o gergin anlar sonrasında gözlerimden yaşlar gelse de sesime gülümser bir ton verip "Bizi aradığınız için teşekkür ederiz, iyi günler." demeye de alıştım. Bunu günlük hayatıma yansıtıp, çok üzgün olduğum hâlde gülümsemeye de alıştım. 


Her şey yolunda merkez. 

Müşteri iletişim merkezindeki merkez.


2- Pandemi Günlerinde Bankacılık

Banka mı? Nasıl yani faiz hesaplama derken? Anlamıyorum ben rakam fobisi olan, sayı görünce kusan bir insanım. Evet, lisede ortaya çıktı. Para bile sayamam ben...

Bütün bunlara rağmen...

Etrafımdaki insanlara bakıyorum. Telefonun çalmadığı 13 saniye olmuş, yutkunma ve nefes alma lüksüm var, büyük nimet. Sürekli olarak birbirini takip eden "Merhaba, ben falanca. Nasıl yardımcı olabilirim?" seslerini kulaklarımdan silmeye çalışıyorum. Silemeyince "Lütfen kendine yardımcı ol ve hayatının en güzel yıllarını bu şekilde heba etme.", demek istiyorum. Kendime söylemek istediğim bir cümle sanırım bu. Etrafımdaki insanlara bakıyorum. Hayatta ne idealleri var acaba? Burda olmaktan memnunlar evet, en azından öyle görünüyorlar. Ne yetenekleri var? Hayatlarının en güzel üç senesini günde dokuz saat, haftada 6 gün ve 3240 dakika telefonla konuşarak, biriyle ortalama 2,5 dakika süren telefon konuşması ile haftada yaklaşık 1270 tane görüşme yapacaklarından ve bunu üç seneye vurdukları zaman ne kadar korkunç bir sayı ile karşılaşacaklarından haberdar mı bu insanlar? Mutlulukla yapılabilen bir iş sadece ütopya olmamalı, ben buna çok inanmıştım... Bu arada evet, çalıştığım yer bir bankanın çağrı merkezi. Bense savaş muhabiri, muhabir veya en kötü ihtimalle spiker olmak isteyen; her konuda kendini geliştirmiş ve yetenekleri olan bir insan olarak kendimi şu şekilde avutabiliyorum: "Evet burda görselliğimi kullanamasam da sesimi ve diksiyonumu kullanabiliyorum." Avutma şeklim de saçma geliyor iki saniye içinde, sonra o 13 saniye bitiyor, tekrar çalıyor telefonum.

"Merhaba, ben Selin. Nasıl yardımcı olabilirim?"

Kendine neden hiç yardımın olmuyor Selin? 

***

Bu dönemde işe girdim evet, çünkü insanlar evden çıkıp bankaya giderek işlemlerini gerçekleştiremedikleri için, çağrı merkezlerinden yararlanıyorlar. Hoş, normal zamanda da şubelerde çalışanlar, ya yoğunluktan ya da uğraşmak istemeyip insanları çağrı merkezlerine yönlendiriyor...


3- HER İŞİN ZORLUĞU

Şimdi gelelim şehir değiştirme hikâyeme...

Fransızca öğretmeniyim, mezun olduktan hemen sonra bir kız öğrenci yurdunda müdür olarak çalıştım. Ardından bir müddet işsiz kalınca, iş bulma amacıyla kurulan bütün platformlarda üyeliğimi aktifleştirdim. Başladım iş aramaya... İngilizce öğretmenliği. Başvuru yap. Gelen mesaj: "Başvurunuz değerlendirmeye alınmıştır. Uygun pozisyon olması durumunda sizinle iletişime geçilecektir. Teşekkür eder iyi günler dileriz." Kreş için İngilizce öğretmenliği. Başvuru yap. Gelen mesaj: "Başvurunuz değerlendirmeye alınmıştır. Uygun pozisyon olması durumunda sizinle iletişime geçilecektir. Teşekkür eder iyi günler dileriz." (Sonuç: Asla iletişime geçmediler.) Evde çocuk bakıcılığı (!? Anlayın artık çaresizliğimi) İspanyolca öğretmenliği... "Belki ikinci yabancı dil olarak İspanyolca değil Fransızca düşünebilirler. Başvuru yapıp o şekilde bir öneride bulunurum", diye mi düşündüm, ne yaptım bilmiyorum ama başvuru yaptım. 5 dakika sonra telefonum çaldı! Fazla neşeli sesiyle genç bir kadın:

- Hocam merhaba, ben başvuru yaptığınız kolejin insan kaynaklarından arıyorum. İspanyolcayı nerede öğrendiniz, hangi seviyedesiniz? Merak etmeyin asıl branşınızın Fransızca olduğunu gördüm ancak birbirine çok yakın diller kolayca uyum sağlayabileceğinizi düşünüyorum. Yarın görüşmeye gelebilme şansınız var mı? Ben sizin numaranızı okul müdürüme gönderiyorum. 


Fransızca'yı ikinci yabancı dil olarak önerme imkanı bulamadım ancak kendimi deliler gibi İspanyolca çalışırken buldum. Sonrası mı?

Okulun yeri çok uzaktı, oraya giden araç yoktu taksiyle gidecektim, işsizlik hali neticede... Taksi de neymiş! Okul müdürü beni aradı, görüşmemizde kendisi okula geçerken beni de almayı teklif etti. Arabanın kapısını açtığım zaman gözlerim de kocaman açıldı:

-Hocammmm!!?

Karşımda, farklı bir şehirde benim coğrafya öğretmenim olan adam duruyordu. Dünya ne küçük... Velhasıl, bu okula başladım, aşırı eziyetli bir süreçle hem Fransızca hem İspanyolca ve aynı zamanda ortaokul için İngilizce öğretmeni olarak çalıştım. Kolej çocukları ve velilerinin şımarıklığı da cabası! tabii ki Bu sadece bir genelleme, muhteşem öğrenciler ve çok mütevazi aileler olmasının yanı sıra "Ben ödüyorum senin paranı, bu çocuğun notunu yükselteceksin.", "Senin maaşını ben veriyorum çocuğuma ödev vermeyeceksin." şeklinde çirkin ve bilinçsizce tartışmalar yaratan veliler de vardı. Sadece pazar günleri izin kullanabiliyordum ve bir sene içinde gerçekten de artık emeklilik zamanımın geldiğini düşünmeye başlamıştım. O kolejde yaz tatilinin girmesi ile birlikte kolej de battı ve tamamen kapandı. Bir başka kolejden çağırdılar beni. Çocuğunu kaydettiren birkaç veli beni önermiş, çağırdılar görüştük, iki tarafın da menfaatlerine uygun olacak şekilde güzel bir sözleşme imzaladık. Gelgelelim, tam okullar açılacakken, bir hafta kalmışken koleji sattılar. Koleji satın alan kurum kendi öğretmenlerini getirince öylece kalakaldım. O saatten sonra iş bulmam imkansızdı, hemen her yere özel ders ilanı verdim. Birkaç tane özel ders öğrencisi buldum, azıcık aşım ağrısız başım deyip, bir müddet minimal harcamalar yaparak hayatıma devam ettim. İşsizliğim neredeyse bir yıl sürdü. Bütün bunlar olurken özel hayatım mı? Ona sonra değineceğim ancak hayatımda biri vardı, nişanlıydım ve inanılmaz zorlayıcı bir süreç geçiriyordum. Babam, annemle kardeşlerimi bırakıp, bulundukları şehirde ayrı bir eve geçmişti. Bir gün benim için, emekli olduğu bankanın genel müdürlüğüne görüşmeye gitti. Sonra bana şunları anlattı: 

-Şubeye eleman alımı yapmıyorlar şu anda ama çağrı merkezine eleman alıyorlarmış. Günde 8 saat haftada 5 gün çalışma şeklinde; ulaşımı ve yemeği karşılıyorlar. Eğer başarı gösterirsen 3 sene dolduktan sonra asistan olarak şubeye geçiş yapabiliyorsun. Şu anda iki tane lokasyon var biri Rize'de biri Düzce'de. Ama Düzce'de kış çok soğuk geçer senin bünyen kaldırmayabilir. Rize daha iyi bir şehir bana kalırsa, iyice araştır düşün işte. yapına uygun mu, değil mi değerlendir. Gün içinde bir çok problemli insanla görüşeceksin. Çağrı merkezini arayan biri illa ki bir sorun için arıyordur. "Selin merhaba nasılsın iyi misin canım?", demek için aramaz kimse. Ama orada iyi performans gösterirsen şubeye geçmeyen de kolay olur. 


-Baba, dedim, peki şartlar değişirse ve 3 sene sonra şubeye geçişleri kaldırırlarsa olacak? Çünkü orada 3 sene geçirdikten sonra bir şeyleri yapmak için yaşım da geçmiş olacak. Öylece kalırım ortada farkında mısın?


Tabi bu söylediğim direkt olarak "itiraz, şikayet" olarak algılandı. Ses tonu bir anda yükseldi:

-Gitmek istemiyorsan gitme başka bir iş bak o zaman! Zorla çalış diyen yok sana, konuştuğumuz şeye anlatıyorum sadece! Ben nasıl garantisini vereyim şartlar değişirse değişir, o zamana kadar KPSS'ye hazırlanıp daha iyi bir yerde, devlette işe gir sen de! Baştan başladın olumsuz düşünmeye, olumsuz konuşmaya hayret bir şey seninle hiçbir şey konuşulmuyor!


Eğrrrhh...

(Devamı yolda...☺️)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜLLERİ YAKAN DİYALOGLAR

Selin: Ben, Şiirlere ve yazılara isim bulmakta usta olan ben, Hissettiğim şeye bir ad bulamamakla birlikte, hissediyorum. Hislerim hala yaşıyormuş. Hadi kutlayalım bunu, bu gece ölmeyen hislere içiyorum. Ve aynı şarkıyı, aynı kişi için defalarca kez üst üste dinliyorum. Umut: Aynı şeyi aynı kişi için her gece hissetmekten farkı ne ki? Aynı insana yazmıyor muyuz ömrümüz boyu tüm şiirleri? Selin: Hissettiğin an, içinde yaşıyorsun bir şeyleri. Kaldı ki bence öylesi daha iyi, bazı şeyler bilinmemeli. Umut: Tavandaki karolari saymaktan gözlerim bozuldu. Biraz da sesim kısık şarkı söylemekten bağıra bağıra. Görüyorum... Selin: Göremiyorum. Ne alfabedeki harfleri, ne yazdığım şiiri... Ne hislerimi ne bir gün sonrasını… Boğuluyorum. Umut:  Bak, şimdi karanlık ama yine doğacak güneş. Biz dursak da dönüyor dünya, biliyorum. Yıka yüzünü okyanuslarla, dağlara tutun, taşları sevmiyorum. Kalk hadi. Selin: Okyanus güneşin yakıcı sıcağına da...

Artık Sevmiyorum Ba(ş)lıkları

Çocukken alıştığımız gibi devam ediyordu hayatım, Çünkü biz sesi bile çıkmayan bebekleri uyutmaya çalışıyorduk küçücük dizlerimizde... Olmayan sobalara kesilmemiş ağaçlar atıp yanmasını izliyorduk, Hatta benim bir battaniyem vardı, turuncu, yarım, yaprak desenleri üzerinde Ben onu çırpamazdım, üzerinden yapraklar dökülmesin diye... Bir şeyler yine sahteydi çocukluğumda ama mutluydum... Olmayan aşkına tutunup, olmayan bir adamı seviyorum şimdilerde. Bazı şeyler kadar sahte olan bu durumda şimdi neden mutlu olamıyorum? Beş yıl kalmıştı otuz yaşıma, Nereden bakıldığına bağlı olarak çok genç ve çok yaşlıyım... Elimde dolunay çizelgesiyle geçişini izlerken ayların Aylar kendine yuva edinir kaplumbağa kabuklarını bayım Çığlardır parlayan gökyüzünde, Yıldızlar soğuktur aslında, Bir başka gezegende bile siz varsanız hayat vardır Ben yine kelimeleri yanarken soğuktan donan bir şehirde Sizin verdiğiniz nefesleri almaktayım... Üç defa da öldüm üstelik, gerçek birer ölümdü h...

İyiliğimde

       Yıkanmış gri beton merdiven kokusunu içime çekerek, soyulmuş duvarlarını izlediğim apartmanı kat be kat aşıp, anlamaya çalışıyorum. Yıpranmışlığı kadar yıkanmış, sorduğu kadar soyulmuş boyaları. Yüzümün akmış rimelleri ve ağladıkça artan gözyaşı kokusuyla; ben bir apartman mıyım? Her katımda farklı hayatlar, derinlerimde huzursuz fareler ve kaçık solucanlar ile ben de böyle sıkıcı mıyım? Yeni yıkanmış bir merdiven kokusu kadar yanıltıcı hayatım.      İyiyim. Hiç içmemiş olana, rakı kokusu kadar iyi. Kalbimi şöyle bir söküp, helallik aldıktan sonra bitirecek kadar iyi... Üzerimden bir motor geçmiş de "Bu da mı gol değil?" demiş olacak kadar iyi... Hâlâ sevgisizce yaşarcasına öylece... Sarı bir şiirde sadece "öylesine" kelimesine aşık olacak kadar iyiyim ve olmak istemeyecek kadar. Henüz hayata geçememiş planlar kadar, yanlış alınmış kararlar, yanlış anılmış şairler gibi, bundan sonraki yaşanacak yıllarda yanıp, hiç sönmeyecekmişçesine iyiyim. Teş...