Ana içeriğe atla

Elli Altıncı Adım

Belki o Haziran günü marifet bir yağmur bulutunun içine gizlenmiş durmaktaydı, sırılsıklam eden ikimizi...
Belki o Aralık günü marifet bir şarabın elle yapılmasıyla nüksetti geceye, kendimizden geçirip birbirimize ulaştıran bizi...
Belki göz açıp kapayıncaya kadar neredeyse 30 sene geçen ömürde marifet Allah'ındı, seneler sonra yeniden bir araya getiren iki adet taş kalbi.
Ben belki diyeyim sen kesin olduğunu anla.
Ben belki diyeyim ama sakın tesadüf sayma.
Belki de anlamalıydın birazcık, marifet bir dilekte, bir duada ve bir tutam sevgideydi. Marifet sürekli yenilenmeyen anıların üzerinden, ilk oldukları belli olsun diye lekeleri silebilmekteydi. Asıl güzellik, severken sevilebilmekteydi ama belki de bizim gibi insanlara asla nasip değildi.
Senin yanımdasızlığın, beni senden hep itti.
Duvarlarımın yerinde topraklar, güneşimin yerinde karanlık olsun şimdi.
Ve bil, tuzla buz ettim (tuzu tüketim, buzu erittim) bende kalan parfüm şişeni... Asıl maharet hoş kokulu sözler edebilmekteydi...
Korkularımın annesi sensin, peki korkularım kimden içecek sütünü? Bir de her anne doğurdu şeyi büyütür mü? Sen korkuları büyütmesen belki onun yerine, acılarını bile seven kalbim büyürdü... Şimdi ise seni tanıdığım gün ile ilgili pişmanlıklarım bir kocaman "Keşke" gölü... Ve o efsanevi göl canavarı önce yüzmez, sürünür; sonra süründürürdü...Marifet sende işte, sen hakettin "Tüm kalbiyle seven bir kızın aşkını yok etme" ödülünü.
Yokluğunda sessizlik vardı hep sığınacak...  Kim bu gece güzel bir ölümü hak edip benim yanımda duracak?
Neye üzüldüğünü söyleyememenin sesi kulakları çınlatan bir zambak çiçeği içindeki eğrilmemiş çan olacak.
Çanlar...
Zambaklar...
Eğer buraya sığamıyorsam göğe çekilmek fazla bana…
Gölgelerim...
Gelgelelim,
Belki bu Nisan günü, marifet bir anda dünyanın hiç olmadığı kadar netleşmesiydi. Ölerek intikam alır insan ve yaratıldığı madde ile bir eder kendi bedenini.
Belki bu saçma günü asla yaşamamış olmak, dünya üzerindeki bütün ihtimallerin en güzeliydi...

Selestia


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜLLERİ YAKAN DİYALOGLAR

Selin: Ben, Şiirlere ve yazılara isim bulmakta usta olan ben, Hissettiğim şeye bir ad bulamamakla birlikte, hissediyorum. Hislerim hala yaşıyormuş. Hadi kutlayalım bunu, bu gece ölmeyen hislere içiyorum. Ve aynı şarkıyı, aynı kişi için defalarca kez üst üste dinliyorum. Umut: Aynı şeyi aynı kişi için her gece hissetmekten farkı ne ki? Aynı insana yazmıyor muyuz ömrümüz boyu tüm şiirleri? Selin: Hissettiğin an, içinde yaşıyorsun bir şeyleri. Kaldı ki bence öylesi daha iyi, bazı şeyler bilinmemeli. Umut: Tavandaki karolari saymaktan gözlerim bozuldu. Biraz da sesim kısık şarkı söylemekten bağıra bağıra. Görüyorum... Selin: Göremiyorum. Ne alfabedeki harfleri, ne yazdığım şiiri... Ne hislerimi ne bir gün sonrasını… Boğuluyorum. Umut:  Bak, şimdi karanlık ama yine doğacak güneş. Biz dursak da dönüyor dünya, biliyorum. Yıka yüzünü okyanuslarla, dağlara tutun, taşları sevmiyorum. Kalk hadi. Selin: Okyanus güneşin yakıcı sıcağına da...

Artık Sevmiyorum Ba(ş)lıkları

Çocukken alıştığımız gibi devam ediyordu hayatım, Çünkü biz sesi bile çıkmayan bebekleri uyutmaya çalışıyorduk küçücük dizlerimizde... Olmayan sobalara kesilmemiş ağaçlar atıp yanmasını izliyorduk, Hatta benim bir battaniyem vardı, turuncu, yarım, yaprak desenleri üzerinde Ben onu çırpamazdım, üzerinden yapraklar dökülmesin diye... Bir şeyler yine sahteydi çocukluğumda ama mutluydum... Olmayan aşkına tutunup, olmayan bir adamı seviyorum şimdilerde. Bazı şeyler kadar sahte olan bu durumda şimdi neden mutlu olamıyorum? Beş yıl kalmıştı otuz yaşıma, Nereden bakıldığına bağlı olarak çok genç ve çok yaşlıyım... Elimde dolunay çizelgesiyle geçişini izlerken ayların Aylar kendine yuva edinir kaplumbağa kabuklarını bayım Çığlardır parlayan gökyüzünde, Yıldızlar soğuktur aslında, Bir başka gezegende bile siz varsanız hayat vardır Ben yine kelimeleri yanarken soğuktan donan bir şehirde Sizin verdiğiniz nefesleri almaktayım... Üç defa da öldüm üstelik, gerçek birer ölümdü h...

İyiliğimde

       Yıkanmış gri beton merdiven kokusunu içime çekerek, soyulmuş duvarlarını izlediğim apartmanı kat be kat aşıp, anlamaya çalışıyorum. Yıpranmışlığı kadar yıkanmış, sorduğu kadar soyulmuş boyaları. Yüzümün akmış rimelleri ve ağladıkça artan gözyaşı kokusuyla; ben bir apartman mıyım? Her katımda farklı hayatlar, derinlerimde huzursuz fareler ve kaçık solucanlar ile ben de böyle sıkıcı mıyım? Yeni yıkanmış bir merdiven kokusu kadar yanıltıcı hayatım.      İyiyim. Hiç içmemiş olana, rakı kokusu kadar iyi. Kalbimi şöyle bir söküp, helallik aldıktan sonra bitirecek kadar iyi... Üzerimden bir motor geçmiş de "Bu da mı gol değil?" demiş olacak kadar iyi... Hâlâ sevgisizce yaşarcasına öylece... Sarı bir şiirde sadece "öylesine" kelimesine aşık olacak kadar iyiyim ve olmak istemeyecek kadar. Henüz hayata geçememiş planlar kadar, yanlış alınmış kararlar, yanlış anılmış şairler gibi, bundan sonraki yaşanacak yıllarda yanıp, hiç sönmeyecekmişçesine iyiyim. Teş...