''Çünkü bütün mesele buz'', diyen bir aşık vardı; buzdu çünkü... O, Ankara'nın ayazında kışın gözyaşı dökmüştü. O, suyun yüzde nasıl donduğunu ve buzun tende nasıl durduğunu görmüştü. Yakışıyordu buz, buğday tene.
Aslında tüm mesele buz değildi de, mesele çözebilmekteydi buzu. Buz dağını yazsa insan, donarak ölür müydü? Ankara'da aşık olsa bir kadın 'karanfil'de hiç bir koku almadan mı yürürdü yine? Nefretimin, buz dağında sadece görünen kısım olduğunu o biliyor muydu? Buz dağının görünmeyen kısmı alabildiğine aşktı, görünmüyordu, gösteremezdim kavgamı, belli etmezdim sevdamı. Ve her zaman öfkem terazide ağır basardı. Ona tavsiyem, nefretimi seçmesiydi çünkü benim aşkım olabildiğince can yakardı. O, bunu bilmeden sevmem için yalvardı. Kıyamadım.
Kıyamadım, kıyamazdım. Çünkü bütün mesele buz. Sevdikçe donar, alıştıkça çözünür, aniden çarpınca batar ruhumuz... Adem'e baş kaldıran Havva kadar kulluğumuz. Kendi cennetimizden kovulmuşuz. Bir cennet varsa da biz yokuz. Çünkü cehennem çok sıcak ve çünkü bütün mesele 'bu'z. Öğreniyoruz. İntikam hissinin yöneticiliğinde yaşıyor ve hak ettiğini düşündüğümüz ne varsa cezalandırıyoruz. Bir ceza olarak gönderildiğimiz dünyanın intikamını başka nasıl alabilirdik?..
Öğreniyoruz çünkü her şeyin özü 'buz'. Eriyor elimizde kalan ne varsa... ''Sevgi''nin bir çöle gömüldüğünü, kavramların kaybolduğunu; ''adalet'' sözcüğünün sadece sözlüklerde ve gözlüklü amcaların çaydan şişmiş dillerinde savunulduğu zaman kavrıyoruz: ölümde bile adalet yok. Şaşaalı mezar taşlarının yanındaki o taşsız mezarlardan haykıran, adaletsiz yaşadığı gibi adaletsiz ölümün pençesinde kıvranıp duran o ruhları duyuyoruz. Müzik sandığımız her şey ruh. Eski sandıklarda sakladığımızı sandığımız her şey demode. Her şey ayrı mı yazılıyordu? Neyse, kimin umurunda...
Dinleyelim. Yani demem o ki, her şeyin özü buz. Ve buz daha çabuk kaynar ılık sulara göre. Çünkü grilerim yoktur benim, ya nefret ederim ya severim... Veya donarım -ve erimeden- kaynayabilirim. Kanatsız uçamam belki ama iyi bir aşık olursan ve sadık kalırsan, şirinler misali, rüyana girebilirim.
Bla. Bla. Bla....
Her şeyin özü buz.
Selin^S
Aslında tüm mesele buz değildi de, mesele çözebilmekteydi buzu. Buz dağını yazsa insan, donarak ölür müydü? Ankara'da aşık olsa bir kadın 'karanfil'de hiç bir koku almadan mı yürürdü yine? Nefretimin, buz dağında sadece görünen kısım olduğunu o biliyor muydu? Buz dağının görünmeyen kısmı alabildiğine aşktı, görünmüyordu, gösteremezdim kavgamı, belli etmezdim sevdamı. Ve her zaman öfkem terazide ağır basardı. Ona tavsiyem, nefretimi seçmesiydi çünkü benim aşkım olabildiğince can yakardı. O, bunu bilmeden sevmem için yalvardı. Kıyamadım.
Kıyamadım, kıyamazdım. Çünkü bütün mesele buz. Sevdikçe donar, alıştıkça çözünür, aniden çarpınca batar ruhumuz... Adem'e baş kaldıran Havva kadar kulluğumuz. Kendi cennetimizden kovulmuşuz. Bir cennet varsa da biz yokuz. Çünkü cehennem çok sıcak ve çünkü bütün mesele 'bu'z. Öğreniyoruz. İntikam hissinin yöneticiliğinde yaşıyor ve hak ettiğini düşündüğümüz ne varsa cezalandırıyoruz. Bir ceza olarak gönderildiğimiz dünyanın intikamını başka nasıl alabilirdik?..
Öğreniyoruz çünkü her şeyin özü 'buz'. Eriyor elimizde kalan ne varsa... ''Sevgi''nin bir çöle gömüldüğünü, kavramların kaybolduğunu; ''adalet'' sözcüğünün sadece sözlüklerde ve gözlüklü amcaların çaydan şişmiş dillerinde savunulduğu zaman kavrıyoruz: ölümde bile adalet yok. Şaşaalı mezar taşlarının yanındaki o taşsız mezarlardan haykıran, adaletsiz yaşadığı gibi adaletsiz ölümün pençesinde kıvranıp duran o ruhları duyuyoruz. Müzik sandığımız her şey ruh. Eski sandıklarda sakladığımızı sandığımız her şey demode. Her şey ayrı mı yazılıyordu? Neyse, kimin umurunda...
Dinleyelim. Yani demem o ki, her şeyin özü buz. Ve buz daha çabuk kaynar ılık sulara göre. Çünkü grilerim yoktur benim, ya nefret ederim ya severim... Veya donarım -ve erimeden- kaynayabilirim. Kanatsız uçamam belki ama iyi bir aşık olursan ve sadık kalırsan, şirinler misali, rüyana girebilirim.
Bla. Bla. Bla....
Her şeyin özü buz.
Selin^S
Yorumlar
Yorum Gönder