Şehrin sancıları başlamıştı ve şehrin kasıkları meydanlardı. Alev alev yanıyordu meydanlar. Yan yana ve yana yana yürümeye çalışan insan kalabalığı, kalabalıklar içinde unutmuştu yalnız olmayı. Ve yalnızca alabalıklar biliyordu, nehrin içine düşen dolunaya doymayı... Şehir, seviyordu doğurmayı... Bin bir zorlukla açılan her kapının ardında, masa başı ve fazla dogmatik mesailer düşüveriyordu merdiven boşluklarından. Kedinin fareyle oynamayı sevdiği gibi seviyordu kadın kelimeleri... Öldüreceğini bilse de yazıyordu. Besleyerek, kanatarak... Ve giderek. Gidişlerden ilham alıyordu. Gidişlere ilham oluyordu. Şehrin verdiği acılar yetmiyordu doğa amcaya, bir de insanların acılarıyla besleniyordu. Doğa bana bir sel hediye edip ismimle sesleniyordu. Aklı sıra... Fikri sıla ve fikri ne ise zikri de o işte!... Bir damla çaya susuyordum. Bir acı kahve çekirdeğini bütünce yutuyordum. Bitince acısı bir bütün daha... Bütüncül ve ölümcül bir perdeyle örtmüştüm yanıklarımı. Şimdiye kadar yuttuğum harfleri kusuyordum, acı acı bir tat yakıyordu boğazımı... Soldurmuştum en solmazlarımı... Yok etmiştim bir de, "onsuz olmaz"larımı... Aklımı çaya batırıp bir tutam saç alıp elime, sonra saçmalayacağım. Yaşamsal hevesleri kursağıma dizen ve bir kaç gülüşümü kurumsallaşamamış kuramsal ağlara düzen insanların, gelmiş ve geçmiş tüm ömürlerine sıçmadan gözlerimi kapatmayacağım meselâ... Sonsuzluğa oynayacağım bu defa... Kaybedersem ölürüm ama kazanırsam sonsuza kadar benim dünya...
Selin'S
Selin'S
Yorumlar
Yorum Gönder