Ana içeriğe atla

Dolun Ay'ınız Kutlu Olsun Bayım...




Bir yerde geri çekilip uzun uzun bakmalı insan... Geçmişine, şimdisine ve daha ilerisine. Öylece durup, karşısına alıp, elinde kırmızı bir kadeh ile izlemeli sadece. Kin tutmadan, pişman olmadan, vurdum duymadan, hiç kırılmadan... Sadece durup izlemeli, kontrol edemeyeceğinin bilinci ile. İnsanlar ıslanmalı sağanak yağan anıların altında ve saçlarından süzülmeli hayalleri; gözlerinden akarken tek tek ''şimdi''leri, o damlalar kurutabilmeli saç tellerini. Tezatları olmalı insanın; siyahı olmayan biri, beyazı nereden bilebilir ki?


O'nu düşünüyordum...
O'nunla (seninle) karşılaşma ihtimalimiz olan yollardan geçiyordum.
Şu an, öznelerin hepsini karalayıp, bir mektup olarak başladığım yazının kişisini üçüncü tekil şahıs ile değiştiriyorum. ''O'na'' ve ''O'nu'' yazıyorsam, üstelik onsuz ve onunla yazabiliyorsam bu, artık hiçbir satırımın ona ulaşmayacağını biliyorum demektir. Ve bu farkındalık, dünyada üzerindeki bilinmeyen en yakıcı maddedir. 

Yanarken acıyor ve acırken yazıyorum.
Her neyse, ne diyordum?
En son, O'nunla karşılaşma ihtimalim olan yollardan ve O'nunla karşılaşamadan dönüyordum. İki elimde iki poşet hayal kırıklığı, ceplerimde kaybolmuş adresler taşıyordum. Ben ne zaman bir yol olsam, hep ona çıkıyordum.
-Ve vazgeçiyorum saçma-üçüncü-tekil-şahsımdan. Sana yazıyorum. Gözlerine değeceğimi biliyorum...-
Bir sığınak arıyordum, sağanaklarda hasta olmaktan korkarak...İçinde bulunduğum coğrafyanın iklimini bilmiyordum: sensizlik kış, uyanışın güneşin doğuşu, üzüntün gün batımıydı ve ben geçtiğin yollarda yürürken bir çöl ikliminin sıcağında kavruluyordum. Dilini bilmiyordum buraların bir sığınağın yerini kimseye soramıyordum. Gözlerinde tam bir insanlığın aktarılmış bilgisini görüyor ve asla sevemeyecek kadar his yoksunu olduğunu fark ediyordum. Sen, sevemedin beni. Güçlü dediğin kalemim senden sonra zafiyet geçirdi. Üç tane noktanın ardına saklanıyorum şimdi, sensizliğin ne kadar eksiltili bir cümle olduğunu ört-bas etmek istercesine... Üç tane noktanın ardına saklanıyorum o kadar ufaldı işte bedenim. Kalbin büyümesi gerekiyordu sanırım bunun için. Şimdi tamı tamına bir gezegenle eş değerim... Kalbimin kapakçığı, ya da kapağı ve yahut kapısı, işte artık her neyse, öyle sert kapanmış ki ardından, her ne kadar zorlasam da, açamıyorum. Tüm geçmişimi sana bıraktığımı -neden sonra- anımsıyorum. Neden sonra? Bilemiyorum. 
Doğum günü, yeni yılı, her bayramı kutlanır da bir insanın, Dolun Ayı neden kutlanmaz? En önemli aydır halbuki kendisi... kutlanması gereken de odur oysaki. İşlenmiş bir tuz tanesiyim ben, bir yıldızın üstündeki...
Ve bir yıldızın üzerinden
Yeniden
Dolun Ay'ını kutluyorum
En derinlerden...

İkimizi aynı sayfaya sığdırmayı başarmıştım ben. Seninle aynı evrene sığamıyorken.  Sağım, solum, önüm arkam sen! Hala gözlerine değebilmek için yazıyorum, ölümsüz olma hayallerimi bir bozacıya sattım, şıracının şahitliğinde. Bizzat gözlerine ve bilfiil ellerimle... Kalbine ve kalbimle. Bir şey engelliyor, üçüncü kişiyle bir tutamıyorum seni. Sağım, solum sen... En çok da solum... Bir şey engelliyor solumda nefeslerimi... Sensizlikte en zor eylem de bu zaten...

Bugün, buralarda çok esiyorsun ve ben çok üşüyorum... Kopuk kopuk dizelerim ve ben seni avuçlarımda tutamıyorum. Kocaman bir kara parçası kadar uzaklaş istersen, selam getireceğim sana yine, tabutlara sığmayan o aşık yüreklerden. Hayatın getirmediği geleceği ''Gelecek!'' diye saplantılı bir umutla beklerken, bizi yitirdim ve hep ıslak gözlerim. Bana bahsetmeni isterdim tam da şu anda, en son okuduğun üç-dört dizeden. Adım, dudaklarından çıktığı anda benim cennetim oluyordu yeryüzü, şimdi kurtar beni sensizlik cehenneminden...

Geri çekildim bir adım daha, hayatı izliyorum uzaktan uzağa... Şurada ben varım, o hep düşen çocuk! Babam okşuyor saçlarımı ve ben en çok onun kokusunu seviyorum. Annem okul çantamı hazırlıyor, güzelce yıkayıp ütülemiş önlüğümü... 7 adım gitmişim hayatta. Aralarda misket oyunları, bilyeler saklambaçlar ve farklı şehirlerde yaklaşmışım sana... 13. adımımı attığım anda aşık oluveriyorum! Malum, şanssız sayı ya! Duruyor karşımda gözlerin, koşşam da bitmiyor yol, bağırsam da dönmüyor bana kelimelerim, nefes nefeseyim ve işte oradasın, yolun sonunda! On altı adım ilerleyebiliyorum ve yollar uzuyor, yüzler giriyor araya...Sonunda, inanç kırıntılarımı da kaybediyorum aşka... Aşka inancımı yitirdiğim anda kulluktan reddediliyorum ve anlıyorum ki en son adımda karşılaşacağım yüz olacak senin yüzün, seni bulacağım en son adımda... Uzanır mı ellerim sana? Tutabilir misin beni son nefesimde canhıraş sana uzandığım anda? Yaşamın amacını bulmuş olsam bile sen yokken mutlu etmeyecek, sensiz çıkar yol yok, sensiz ne fayda! Gerçi, o yolun sonundaki sen oldukça, değişen bir şey olmayacak, o yol hep güzel kalacak, yol boyu ağlasam da, kül olsam da, gül olup solsam da...

Her gün ruhumda sana yer açıyorum ve her günü senle başlatıp her satırı seninle bitiriyorum. Her şeyi unutuyorum sana yer açabilmek için, herkesi susturuyorum...En güzel çiçekleri, kuruyacaklarını bilsem bile hep sana ayırıyorum. Sevdiğim her şarkıyı, duymayacağını bilsem bile, hep sana adıyorum. Yaşıyor gibi görünsem de, çok yoğun acıyorum... Seninle karşılaşma ihtimalimiz olan sokaklardan dönüyorum. Adımlarımızı birlikte attığımız kaldırım taşlarının gündüz vakti söyledikleri ninnileri dinliyor, hem yürüyüp hem uyuyorum... Hem konuşup, hem duyuyorum. Hem gülüp hem ağlıyorum sevdiğim, (çok sevdiğim) bir yandan özlüyor, bir yandan hasretin tanımı oluyorum. Bir yürüyen ceset ya da gülen bir cenaze, ne dersen de! Barınmaya çalışıyorum sensizliğin içinde,yer bulamıyorum...

Ben seni yazarken ağlayabilecek kadar çok seviyorum...
Senin için yazdığım satırlarda artıyor, olmadığın her gün bir aşk daha azalıyorum.
Sana gezegenler atfediyorum.
Belki bugün, ya da yarın veya iki gün sonra
''Dolun Ay'ını'' sensiz kutluyorum.
Şarkıları nostaljinin içinden çekip çıkarıyor 
Ve gizlendiğin her eski kitapta seni bulabiliyorum.
Yazılarıma tekil kişinin üçüncü şahsıyla başlayıp
Noktaları hep seninle koyuyorum...

Dirilemiyorum...
      Ağlayamıyorum...
              Kalemim bittiğinde mesela, yazamıyorum....
                        Senden sonra mesela, kimseyi sevemiyorum.....

Aşkın değerini sevdiğim,
       Bir şehrin yüz ölçümünü alırcasına, ölçemiyorum...

Sadece, ihtimalin bile beni mutlu etmeye yetiyordu,
       Artık mutluluğu aramıyorum....

Ah, sevdiğim,
       Dolun Ay'ını kutluyor
               Varlığını kutsuyor
                        Bir garip parıltı içinde,
                                 Hep seni anıyorum...


Selin'S






Yorumlar

  1. Kalemine sağlık anlatımın gayet güzel.
    Tebrikler kardeşim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜLLERİ YAKAN DİYALOGLAR

Selin: Ben, Şiirlere ve yazılara isim bulmakta usta olan ben, Hissettiğim şeye bir ad bulamamakla birlikte, hissediyorum. Hislerim hala yaşıyormuş. Hadi kutlayalım bunu, bu gece ölmeyen hislere içiyorum. Ve aynı şarkıyı, aynı kişi için defalarca kez üst üste dinliyorum. Umut: Aynı şeyi aynı kişi için her gece hissetmekten farkı ne ki? Aynı insana yazmıyor muyuz ömrümüz boyu tüm şiirleri? Selin: Hissettiğin an, içinde yaşıyorsun bir şeyleri. Kaldı ki bence öylesi daha iyi, bazı şeyler bilinmemeli. Umut: Tavandaki karolari saymaktan gözlerim bozuldu. Biraz da sesim kısık şarkı söylemekten bağıra bağıra. Görüyorum... Selin: Göremiyorum. Ne alfabedeki harfleri, ne yazdığım şiiri... Ne hislerimi ne bir gün sonrasını… Boğuluyorum. Umut:  Bak, şimdi karanlık ama yine doğacak güneş. Biz dursak da dönüyor dünya, biliyorum. Yıka yüzünü okyanuslarla, dağlara tutun, taşları sevmiyorum. Kalk hadi. Selin: Okyanus güneşin yakıcı sıcağına da...

Artık Sevmiyorum Ba(ş)lıkları

Çocukken alıştığımız gibi devam ediyordu hayatım, Çünkü biz sesi bile çıkmayan bebekleri uyutmaya çalışıyorduk küçücük dizlerimizde... Olmayan sobalara kesilmemiş ağaçlar atıp yanmasını izliyorduk, Hatta benim bir battaniyem vardı, turuncu, yarım, yaprak desenleri üzerinde Ben onu çırpamazdım, üzerinden yapraklar dökülmesin diye... Bir şeyler yine sahteydi çocukluğumda ama mutluydum... Olmayan aşkına tutunup, olmayan bir adamı seviyorum şimdilerde. Bazı şeyler kadar sahte olan bu durumda şimdi neden mutlu olamıyorum? Beş yıl kalmıştı otuz yaşıma, Nereden bakıldığına bağlı olarak çok genç ve çok yaşlıyım... Elimde dolunay çizelgesiyle geçişini izlerken ayların Aylar kendine yuva edinir kaplumbağa kabuklarını bayım Çığlardır parlayan gökyüzünde, Yıldızlar soğuktur aslında, Bir başka gezegende bile siz varsanız hayat vardır Ben yine kelimeleri yanarken soğuktan donan bir şehirde Sizin verdiğiniz nefesleri almaktayım... Üç defa da öldüm üstelik, gerçek birer ölümdü h...

İyiliğimde

       Yıkanmış gri beton merdiven kokusunu içime çekerek, soyulmuş duvarlarını izlediğim apartmanı kat be kat aşıp, anlamaya çalışıyorum. Yıpranmışlığı kadar yıkanmış, sorduğu kadar soyulmuş boyaları. Yüzümün akmış rimelleri ve ağladıkça artan gözyaşı kokusuyla; ben bir apartman mıyım? Her katımda farklı hayatlar, derinlerimde huzursuz fareler ve kaçık solucanlar ile ben de böyle sıkıcı mıyım? Yeni yıkanmış bir merdiven kokusu kadar yanıltıcı hayatım.      İyiyim. Hiç içmemiş olana, rakı kokusu kadar iyi. Kalbimi şöyle bir söküp, helallik aldıktan sonra bitirecek kadar iyi... Üzerimden bir motor geçmiş de "Bu da mı gol değil?" demiş olacak kadar iyi... Hâlâ sevgisizce yaşarcasına öylece... Sarı bir şiirde sadece "öylesine" kelimesine aşık olacak kadar iyiyim ve olmak istemeyecek kadar. Henüz hayata geçememiş planlar kadar, yanlış alınmış kararlar, yanlış anılmış şairler gibi, bundan sonraki yaşanacak yıllarda yanıp, hiç sönmeyecekmişçesine iyiyim. Teş...