Ana içeriğe atla

ÜNSÜZ SERİ KATİL 'MADAM MUSTANG'- KISIM IV.I



Kısım IV
Bir Ayin Tanığı
Levililer 19/34: « Ülkemizde bir yoksul senin misafirin olursa, ona sizden biri gibi davranacak ve onu kendiniz kadar seveceksiniz. Çünkü Mısır'da siz de yoksuldunuz.»
Burada anlatacaklarım, bundan sonraki tüm hayatımı etkileyecek olması açısından büyük önem taşıyor. Babamdan, annemden, evlilikten söz açmışken, şu konuya açıklık getirmek istedim: Aşk kavramı bende yoktu, hiç olmamıştı ve evliliğe inanmıyordum. Evliliğin gerekliliğine inanmıyordum. Ta ki…
Çalıştığım bankanın arka tarafındaki mutfaktan su almak için gittiğimde, telefon konuşmasına şahit olduğum bir iş arkadaşımı günahlarından arındırana kadar… Muhtemelen eşiyle bir telefon görüşmesi yapıyordu:
-Günlerdir bizde ve ben onun varlığından rahatsız oluyorum. Dün eve erkek arkadaşıyla geldi. İçeri girmemiş olabilir ama neden başka birisi benim nerede oturduğumu bilsin ki! (Sessizlik) Şu şartlarda çocuğunu kaybetmiş olması umrumda değil Luc! İş bulabilir, ev bulabilir, neyi nereden bulacağı beni ilgilendirmiyor ama ben bugünden itibaren onu evimde istemiyorum. İstersen onunla gidebilirsin!
Kapının önünde daha fazla durmadım, birinin görmesinden çekindim sanırım, içeri girdim ve raftan bir bardak aldım. Bardakta leke görünce bıraktım, plastik bardağı daha mantıklı bulup, suyu ona doldurdum. Gerçi bu mutfakta bir şey içmek isteyebileceğimi kesinlikle sanmıyordum; o yüzden her zaman duvarla tavanın arasında olduğunu bildiğim örümcek ağına bakmayı reddettim. Telefon konuşmasını bitiren iş arkadaşım oradaki sandalyeye oturup yüzünü ellerinin arasına almıştı. Şimdi bir muhabbet açsam konuşur benimle, diye düşündüm. Kadınlar böyledir. İçinde kalan öfkenin devamını da bana kusardı, biliyordum. İki dakika içinde bir plan yapmıştım ve onu uygulamaya koymak üzereydim. İlk adımı attım:
-Çalışmayı engelleyecek kadar büyük bir sorun olamaz, öyle değil mi?
Güven açısından önemli şeyler vardır. Gülümse, omzuna dokun. Nitekim birkaç cümlelik telefon konuşmasından, tüm ayrıntılarını çıkardığım olayı en baştan anlattı. Buna gerek yoktu, hatta isterse susabilirdi ve ben ona aynı kurguyu, aynı şekilde anlatabilirdim.
Sabırsız olmak iyi değildir, yapmadım.
Bunun yerine, iş çıkışı bir kahve içmek için öneride bulundum, eve gitme isteği olmadığından hemen kabul etti. En sevindiğim durum ise, biz konuşurken kimsenin içeri girmemesi –yani bizi konuşurken görmemesiydi.
Gün içinde nadiren ve belli zamanlarda, kendimi ödüllendirmek için sigara içiyordum. Kendimi –ve çevreyi- kontrol edebilmek bana hep haz veren bir durum olmuştur. Bu şekilde de bir nevi kontrol sağlamıştım. Uyumadan önce yarım sigara içip, yarısını söndürüp, sabah kalan yarımı içiyordum. Öğle arasında, kahveyle birlikte, bir santim kala söndürülmek üzere bir tane daha… Ve son olarak da mesai bitiminde kapının önüne çıkar çıkmaz yakılıp, tamamı içilen bir tane daha sigara…
Mesai bitti, kapının önüne çıkıp kendimi ödüllendirdim. Son nefesi çektiğim anda, adının Coralie olduğunu öğrendiğim iş arkadaşım kapının önünde belirdi. Bu kadın güzel olmasına rağmen, beğenmemi engelleyecek özelliklere sahipti; misafirleri ve yardım etmeyi sevmemesinin iticiliği yüzüne vurmuştu, kaşları memnuniyetsiz bir gerginlikle yüzüne yerleştirilmiş gibiydi. Cildi solgun ve mat görünüyordu. Ortalamadan uzun bir boyu vardı ve sade bir giyim zevkine sahipti. Göz rengi yeşil olmasına rağmen, bakışları karanlıktı. Ve ben, o gözlerde korkuyu görmek için sabırsızlanıyordum.
İş yerinin bulunduğu sokağın sonunda ‘Cafe d’Angelas’ adında, özellikle Affogato hazırlamak konusunda çok iyi olduğunu düşündüğüm orta yaşlı bir adamın çalıştığı, bir butik kafe vardı. Bir ya da iki shot espresso içine koyulan iki kaşık vanilyalı dondurmayla hazırlanan bu kahvenin üzerimde tartışılmaya kapalı bir rahatlatma etkisi olduğunu ve bu tada zaafım olduğunu kabul ediyorum. Vanilyalı dondurmanın kokusu ve tadı yavaşça kahveye geçerken, düşüncelerim ve arzularım giderek güçleniyor, bunun aksine yorgunluğum ve gerginliğim git gide azalıyordu. Hem sert, hem yumuşak bir tat. Hem sıcak, hem soğuk… Tezatları güzel kılan şey, tezatlardı ve tüm çelişkilerde bir çekicilik vardı. Coralie’nin damağında kalan tadın güzel olmasını istedim, bunu önerdim ve sonuç olarak affogatolarımızı beklerken, geveze iş arkadaşım çoktan konuşmaya başlamıştı. Ben de yüzüme meraklı ve ilgili bir ifade yerleştirip, devam etmesine teşvik edici sözler söylerken başka şeyler düşünebilmekte ustaydım. O andan kopabiliyordum, bu özellik beni pek çok sıkıntılı andan kurtarmıştır. Kaldı ki, dinlesem de ona ilişkin düşüncelerim daha da güçlenecekti, bunun sonucunda ise fazladan birkaç çığlık kazanmış olacaktı. Bu kadın, misafir sevmemesi yeterli bir suç değilmiş gibi, dedikodu bağımlısı ve buna bağlı olarak yalancı birisiydi. Çok konuşmak yalanlar doğurur, bir süre sonra anlatacak veya anlattıklarını destekleyecek bir şey bulamaz çünkü insanlar… Zaten kesin olan kararım, o masada oturduğumuz süre boyunca şekillenmiş ve cilalanmıştı: iş arkadaşımın ruhunu kutsayacak ve onu özgür bırakacaktım.
-Beni anlamadığını düşündüğüm zamanlarda daha çok…
-Coralie, bence bunları düşünmemek için kendine biraz zaman ver. Bugün eşin bir karar versin ve sen de benimle kal. Evim tadilatta olduğu için geçici bir süreliğine otele yerleştim. Uyumayı seven birisi değilim, istersen sabaha kadar konuşuruz. İstersen farklı şeyler konuşuruz. Çünkü çözüm üretmeden aynı konuyu sürekli düşünmek sana sinir bozukluğundan başka bir şey kazandırmayacak.
Kısa bir duraksamanın ardından, kabul etti. Aklından geçen düşünceyi duyar gibiydim. ‘Tepkimde ne kadar kararlı olduğumu ve öfkemi anlasınlar. Merak etsinler ve bu sayede eşimde oluşan kaybetme korkusu, onu kız kardeşini değil, beni tercih etmeye itsin.’ Hatta belki, bunu düşünecek kadar zeki değildi; fakat bilinçaltı tekti, bir taneydi ve asla yalan söylemezdi…
Birlikte otelime gitmek için yola koyulduk ve tabi ki böyle bir durum yoktu. Bunu size belirtmeme gerek olmayacağı ölçüde beni tanımanızı dilerdim, çünkü insan, planlarını en ince ayrıntısına kadar tarif etmekte zorluk çekiyor. Kendime itiraf etmekten kaçtığım şeyleri, aktarmadan önce kendime itiraf etmek zorunda kalıyorum –ki en zor kısmı da bu… Benim gezmekten ayrı bir zevk aldığım dar, eski ara sokakların hepsinden geçip, birlikte Le Squet tepesine çıktık. Buradan eski liman ve tüm kıyı ayaklarımızın altındaydı. Güzel manzarasının haricinde, sürekli müşteri değiştiren küçük oteller de vardı. Genç kadın, bir arkadaş edinmenin rahatlığıyla tüm gerginliğini bir yana bırakmıştı ve yürüdüğümüz süre içinde, adımlarımıza, onun –beni zerre kadar ilgilendirmeyen- hayatını anlatan, kulak tırmalayıcı sesi eşlik ediyordu.

Bir otelin önünde durdum ve kendim için ufak bir ayarlama yapmam gerektiği için, ona otelde misafir kabul edilip edilmediği konusunda bir bilgim olmadığını, biraz kapının önünde beklemesini söyledim. Yorulmuştu ve kapının hemen yanındaki eski taş koltuğa oturdu...
(devamı olan IV-II nin blogda yayınlanma tarihi 13.12.2016 dır. Keyifli okumalar.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜLLERİ YAKAN DİYALOGLAR

Selin: Ben, Şiirlere ve yazılara isim bulmakta usta olan ben, Hissettiğim şeye bir ad bulamamakla birlikte, hissediyorum. Hislerim hala yaşıyormuş. Hadi kutlayalım bunu, bu gece ölmeyen hislere içiyorum. Ve aynı şarkıyı, aynı kişi için defalarca kez üst üste dinliyorum. Umut: Aynı şeyi aynı kişi için her gece hissetmekten farkı ne ki? Aynı insana yazmıyor muyuz ömrümüz boyu tüm şiirleri? Selin: Hissettiğin an, içinde yaşıyorsun bir şeyleri. Kaldı ki bence öylesi daha iyi, bazı şeyler bilinmemeli. Umut: Tavandaki karolari saymaktan gözlerim bozuldu. Biraz da sesim kısık şarkı söylemekten bağıra bağıra. Görüyorum... Selin: Göremiyorum. Ne alfabedeki harfleri, ne yazdığım şiiri... Ne hislerimi ne bir gün sonrasını… Boğuluyorum. Umut:  Bak, şimdi karanlık ama yine doğacak güneş. Biz dursak da dönüyor dünya, biliyorum. Yıka yüzünü okyanuslarla, dağlara tutun, taşları sevmiyorum. Kalk hadi. Selin: Okyanus güneşin yakıcı sıcağına da...

Artık Sevmiyorum Ba(ş)lıkları

Çocukken alıştığımız gibi devam ediyordu hayatım, Çünkü biz sesi bile çıkmayan bebekleri uyutmaya çalışıyorduk küçücük dizlerimizde... Olmayan sobalara kesilmemiş ağaçlar atıp yanmasını izliyorduk, Hatta benim bir battaniyem vardı, turuncu, yarım, yaprak desenleri üzerinde Ben onu çırpamazdım, üzerinden yapraklar dökülmesin diye... Bir şeyler yine sahteydi çocukluğumda ama mutluydum... Olmayan aşkına tutunup, olmayan bir adamı seviyorum şimdilerde. Bazı şeyler kadar sahte olan bu durumda şimdi neden mutlu olamıyorum? Beş yıl kalmıştı otuz yaşıma, Nereden bakıldığına bağlı olarak çok genç ve çok yaşlıyım... Elimde dolunay çizelgesiyle geçişini izlerken ayların Aylar kendine yuva edinir kaplumbağa kabuklarını bayım Çığlardır parlayan gökyüzünde, Yıldızlar soğuktur aslında, Bir başka gezegende bile siz varsanız hayat vardır Ben yine kelimeleri yanarken soğuktan donan bir şehirde Sizin verdiğiniz nefesleri almaktayım... Üç defa da öldüm üstelik, gerçek birer ölümdü h...

İyiliğimde

       Yıkanmış gri beton merdiven kokusunu içime çekerek, soyulmuş duvarlarını izlediğim apartmanı kat be kat aşıp, anlamaya çalışıyorum. Yıpranmışlığı kadar yıkanmış, sorduğu kadar soyulmuş boyaları. Yüzümün akmış rimelleri ve ağladıkça artan gözyaşı kokusuyla; ben bir apartman mıyım? Her katımda farklı hayatlar, derinlerimde huzursuz fareler ve kaçık solucanlar ile ben de böyle sıkıcı mıyım? Yeni yıkanmış bir merdiven kokusu kadar yanıltıcı hayatım.      İyiyim. Hiç içmemiş olana, rakı kokusu kadar iyi. Kalbimi şöyle bir söküp, helallik aldıktan sonra bitirecek kadar iyi... Üzerimden bir motor geçmiş de "Bu da mı gol değil?" demiş olacak kadar iyi... Hâlâ sevgisizce yaşarcasına öylece... Sarı bir şiirde sadece "öylesine" kelimesine aşık olacak kadar iyiyim ve olmak istemeyecek kadar. Henüz hayata geçememiş planlar kadar, yanlış alınmış kararlar, yanlış anılmış şairler gibi, bundan sonraki yaşanacak yıllarda yanıp, hiç sönmeyecekmişçesine iyiyim. Teş...