Görünürün de ardını gördüm, sevgi zannedilen hissin temelini...
Olayların sebebine, muhtemel neticelere odakladım objektifimi...
Durup dinlenirken gelecek bir yelin umuduyla şimdilerde,
-yaprak kımıldamıyorken üstelik- ben serinliyorum.
Öğreniyorum, çocukluk kapanında hayatı şirinlemeyi...
Senin haberin bile yokken, sen varsın nefeslerimde,
-hayatıma girme ihtimalin bile yokken üstelik- seni selinliyorum...
Derken bir gün, serbestliğin ötesinde bir özgürlüğe kavuşuyor şiirler
''Dört nala koşuyorlar gözlerine'', derken,
Senin göremediğini fark ediyorum.
Sonra sana üzülüyor, acıdığımı belli etmeden ağlıyorum.
''Olsun biz de sohbet ederiz'', diye avuturken kendimi,
Dilinin lal olduğunu öğreniyorum.
Ben de kalsaydın oysa,
Olduğun yerde,
Ne kadar kusursuzdun...
Uyumadan önce koyunları say demiştin,
Yıldızlara bakardı benim gözlerim...
Söndüler sonradan birer birer, ben şimdi tavşanları sayıyorum.
Hatırla, şu dağa küsüp de umursanmayan şirin
küçük orman hayvanları...
Oysa kimse düşünmemiştir, ''Küstüyse bir sebebi vardır'', diye,
İtiraf et, sen de düşünmedin.
Kimse fark edememiş dağın kibrini,
Dağ da, dağ imiş hani...
Güçlü, tavizsiz, yükseklerde, görkemli...
İşin en kötüsü, taştan oluşmuş dağın kalbi.
O dağ, o tavşanı hiç görmemiş ki...
Tavşan ölmüş kederden, bine bölünmüş, bölündükçe artmış sevgisi...
Ey dağ, diyememiş, bırak artık beni küçük görmeyi...
Dağ da, yakar-dağ imiş hani...
Neyse, ne diyorduk,
Belki de günlük uğraşlardan fazla yorulduk.
Başkalarını düşünerek aynı şarkıları dinliyorduk.
Ben seni, sen onu, o bir başkasını...
Ve biz bu şekilde,
-her şey normalmiş gibi üstelik- yaşamaya devam edebiliyorduk!
Belki sadece bir şiirin satır aralarına o sandıktan çıkan
kelimeleri serpiştirebilmek için
Fransızca öğreniyorduk...
Sonra öğrendiğimizi unutuyorduk.
Yapamıyorduk azizim, sevemiyorduk.
Şairin de emeğine sağlık,
Zeval gelmesin o romanları yazan ellere de,
Yazanda mı yoksa, yazdıranda mı asıl ustalık?
Kalbi paramparça eden bir insan,
Layık olabilir mi sence
Takdir edilmeye?
Selin'S
Olayların sebebine, muhtemel neticelere odakladım objektifimi...
Durup dinlenirken gelecek bir yelin umuduyla şimdilerde,
-yaprak kımıldamıyorken üstelik- ben serinliyorum.
Öğreniyorum, çocukluk kapanında hayatı şirinlemeyi...
Senin haberin bile yokken, sen varsın nefeslerimde,
-hayatıma girme ihtimalin bile yokken üstelik- seni selinliyorum...
Derken bir gün, serbestliğin ötesinde bir özgürlüğe kavuşuyor şiirler
''Dört nala koşuyorlar gözlerine'', derken,
Senin göremediğini fark ediyorum.
Sonra sana üzülüyor, acıdığımı belli etmeden ağlıyorum.
''Olsun biz de sohbet ederiz'', diye avuturken kendimi,
Dilinin lal olduğunu öğreniyorum.
Ben de kalsaydın oysa,
Olduğun yerde,
Ne kadar kusursuzdun...
Uyumadan önce koyunları say demiştin,
Yıldızlara bakardı benim gözlerim...
Söndüler sonradan birer birer, ben şimdi tavşanları sayıyorum.
Hatırla, şu dağa küsüp de umursanmayan şirin
küçük orman hayvanları...
Oysa kimse düşünmemiştir, ''Küstüyse bir sebebi vardır'', diye,
İtiraf et, sen de düşünmedin.
Kimse fark edememiş dağın kibrini,
Dağ da, dağ imiş hani...
Güçlü, tavizsiz, yükseklerde, görkemli...
İşin en kötüsü, taştan oluşmuş dağın kalbi.
O dağ, o tavşanı hiç görmemiş ki...
Tavşan ölmüş kederden, bine bölünmüş, bölündükçe artmış sevgisi...
Ey dağ, diyememiş, bırak artık beni küçük görmeyi...
Dağ da, yakar-dağ imiş hani...
Neyse, ne diyorduk,
Belki de günlük uğraşlardan fazla yorulduk.
Başkalarını düşünerek aynı şarkıları dinliyorduk.
Ben seni, sen onu, o bir başkasını...
Ve biz bu şekilde,
-her şey normalmiş gibi üstelik- yaşamaya devam edebiliyorduk!
Belki sadece bir şiirin satır aralarına o sandıktan çıkan
kelimeleri serpiştirebilmek için
Fransızca öğreniyorduk...
Sonra öğrendiğimizi unutuyorduk.
Yapamıyorduk azizim, sevemiyorduk.
Şairin de emeğine sağlık,
Zeval gelmesin o romanları yazan ellere de,
Yazanda mı yoksa, yazdıranda mı asıl ustalık?
Kalbi paramparça eden bir insan,
Layık olabilir mi sence
Takdir edilmeye?
Yorumlar
Yorum Gönder