Ana içeriğe atla

S'olmasın Kırmızılar

Kolay gibi görünse de sen okurken, aslında epey güç isteyen bir eylemdir yazmak...Zordur bir kağıda dökmeye çalışmak,  ne varsa sustuğun...Epey harap eden nafile bir çabadır, aramak çıkmaz sokaklarda bir insanı, yollarında kaybolduğun... Yolun sonundayımdır belki, belki de Son'un yolunda. Ve bir kaç akşam daha görecek kadar yaşayıp, biraz daha yazabilmek tek umudum, onun adıyla... S'onun hakkında... Zordu yazmak, yaşamak gibi; zorlanıyorduk. Bu yol biterken hangi durakta nasıl duracağımı da bilmiyorum ben, yalnız mı? yorgun-mağrur-eksik ya da dimdik? Aslına bakarsan hepimiz, her insan gibi, özümüzde iyiydik...
Anlamsal derindik sadece, yaşamsal değil... Yüzeysel yaşardık, yüzmeyi bilmeden. Durgun sular ararken durulup, yanlış kalplerdeki abartılı tahtlara kurulduk. Biz yaşarken nefes alıyor muyduk? Sahi, nefes almayı yaşamak sanıyorduk... Öyle ya da böyle, bölümlerini amaçsızca bitirip üst seviyeye geçtiğimizi sandığımız anda, öldüğümüzü fark ettiğimiz saçma bir oyunun, dayanıksız piksellere sahip oyuncusuyduk. Hemen de dağılıyorduk! Hep şımarıklıktandı gözyaşımız, boşuna yaşadığımız gibi, boştan yere gülüyor ve yoktan yere ağlıyorduk...
Bitmedi insan hakkındaki tespitlerim. Biz var ya... Deli gibi korkuyorduk. Her şeyden hem de... Bir insanın sevilmekten ödü kopar mı? Sevildiği yerden koşarak uzaklaşır mı? Eh işte, kaçıyorduk... Vardı bahanelerimiz. Olmadığında da çok rahat uyduruyorduk. Uykusuz geceler bahaneler uydurmak için bahşedilmiş nimetlerimizdi, kendi zehrimizde öldüğümüz anlarıysa hep uyku sanıyorduk. Kendi zehrimiz baldırandı, kendi zehrimiz baldan... Hem tatlı geliyordu hem de yavaş yavaş ölüyorduk, yaşadığımız her an.
Sen belki beni iyi ve/veya deli zannediyorsun, ama öyle değilim. Sadece kendime yakın gördüğüm insanlaradır iyi-deli hallerim. Kendime yetmedi yıllardır suskunluğum; yanıma su almayı unutmuşum da, sabahın saat beşinde, tüm mahalle bakkalları kapalıyken uzun bir koşuya çıkmış gibi, bencilce susmak istiyorum. Ve bakışlarından duyuyorum, bağırıyorsun ''Birileri o duvarın dibinde, aşktan yapılma ölümlere teslim ederken ruhlarını, ben kimi nasıl seveyim?''. Anlıyorum, ama bu elde değil. Onlar içinse bir umut yok artık.
Acaba,
Sana daha önce
Gözyaşı hediye edildi mi bir kaç dize içinde?

Vasat değilsin. Sen, senken güzelsin... Hatta sen o kadar güzelsin ki, bir yerlerinden sakatlanıyor seni tanımlarken, en estetik bulduğum kelimelerim. Sen yıkılma, eğilme, düşme, sıradanlaşma ve lodoslarda bırakma sıcak iklimlere alışık ruhunu. Senden bana ulaşan her bir rüzgar, parmaklarının değip geçtiği her esinti, geçmişte çektiklerimizin ödülü olsun...  Sana mucizeler dökebilmeyi ben de isterdim bir meleğin kanatlarından, ama üzgünüm aşk ne kadar başlı başına bir mucize olursa olsun, her şeyi bir anda değiştirebilecek  sihirli bir değnek değildir. Aynıdır aslına bakarsan ham madeleri. Fakat aşk bir korkuluktur, 'gerçekler' adı verilen, kötü kokulu hayat kargalarından, o korur seni... Ve bir yağmur çiseler Ankara'da, daha da batıya gidecek olan bir buluttan;
Acaba, diyorum
Sana daha önce hiç
Gözyaşı hediye edildi mi?
Selin'S


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜLLERİ YAKAN DİYALOGLAR

Selin: Ben, Şiirlere ve yazılara isim bulmakta usta olan ben, Hissettiğim şeye bir ad bulamamakla birlikte, hissediyorum. Hislerim hala yaşıyormuş. Hadi kutlayalım bunu, bu gece ölmeyen hislere içiyorum. Ve aynı şarkıyı, aynı kişi için defalarca kez üst üste dinliyorum. Umut: Aynı şeyi aynı kişi için her gece hissetmekten farkı ne ki? Aynı insana yazmıyor muyuz ömrümüz boyu tüm şiirleri? Selin: Hissettiğin an, içinde yaşıyorsun bir şeyleri. Kaldı ki bence öylesi daha iyi, bazı şeyler bilinmemeli. Umut: Tavandaki karolari saymaktan gözlerim bozuldu. Biraz da sesim kısık şarkı söylemekten bağıra bağıra. Görüyorum... Selin: Göremiyorum. Ne alfabedeki harfleri, ne yazdığım şiiri... Ne hislerimi ne bir gün sonrasını… Boğuluyorum. Umut:  Bak, şimdi karanlık ama yine doğacak güneş. Biz dursak da dönüyor dünya, biliyorum. Yıka yüzünü okyanuslarla, dağlara tutun, taşları sevmiyorum. Kalk hadi. Selin: Okyanus güneşin yakıcı sıcağına da...

Artık Sevmiyorum Ba(ş)lıkları

Çocukken alıştığımız gibi devam ediyordu hayatım, Çünkü biz sesi bile çıkmayan bebekleri uyutmaya çalışıyorduk küçücük dizlerimizde... Olmayan sobalara kesilmemiş ağaçlar atıp yanmasını izliyorduk, Hatta benim bir battaniyem vardı, turuncu, yarım, yaprak desenleri üzerinde Ben onu çırpamazdım, üzerinden yapraklar dökülmesin diye... Bir şeyler yine sahteydi çocukluğumda ama mutluydum... Olmayan aşkına tutunup, olmayan bir adamı seviyorum şimdilerde. Bazı şeyler kadar sahte olan bu durumda şimdi neden mutlu olamıyorum? Beş yıl kalmıştı otuz yaşıma, Nereden bakıldığına bağlı olarak çok genç ve çok yaşlıyım... Elimde dolunay çizelgesiyle geçişini izlerken ayların Aylar kendine yuva edinir kaplumbağa kabuklarını bayım Çığlardır parlayan gökyüzünde, Yıldızlar soğuktur aslında, Bir başka gezegende bile siz varsanız hayat vardır Ben yine kelimeleri yanarken soğuktan donan bir şehirde Sizin verdiğiniz nefesleri almaktayım... Üç defa da öldüm üstelik, gerçek birer ölümdü h...

İyiliğimde

       Yıkanmış gri beton merdiven kokusunu içime çekerek, soyulmuş duvarlarını izlediğim apartmanı kat be kat aşıp, anlamaya çalışıyorum. Yıpranmışlığı kadar yıkanmış, sorduğu kadar soyulmuş boyaları. Yüzümün akmış rimelleri ve ağladıkça artan gözyaşı kokusuyla; ben bir apartman mıyım? Her katımda farklı hayatlar, derinlerimde huzursuz fareler ve kaçık solucanlar ile ben de böyle sıkıcı mıyım? Yeni yıkanmış bir merdiven kokusu kadar yanıltıcı hayatım.      İyiyim. Hiç içmemiş olana, rakı kokusu kadar iyi. Kalbimi şöyle bir söküp, helallik aldıktan sonra bitirecek kadar iyi... Üzerimden bir motor geçmiş de "Bu da mı gol değil?" demiş olacak kadar iyi... Hâlâ sevgisizce yaşarcasına öylece... Sarı bir şiirde sadece "öylesine" kelimesine aşık olacak kadar iyiyim ve olmak istemeyecek kadar. Henüz hayata geçememiş planlar kadar, yanlış alınmış kararlar, yanlış anılmış şairler gibi, bundan sonraki yaşanacak yıllarda yanıp, hiç sönmeyecekmişçesine iyiyim. Teş...