Ana içeriğe atla

MEZARDAN SATIRLAR

Yalnızım. Üşüyorum. Muhtemelen en sevdiğim bahar havasını soluyor yaşayanlar. Bense, burada göz yuvarlarımdan çıkan solucanları gördükçe, dünya üzerinde bu bedeni taşıdığım her güne lanet ediyorum!
Hatırlıyorum da, buraya girmeden önce, ''Bunu, kendime ben yapacağım!'' sözü vermiştim kendime. Büyük bir kararlılıkla planlar yapıyordum -planlı olmalıydı çünkü- ardı arkası gelmeyen planlar; son vermek için planlar... Son vermek, o her içimden geçeni dilime döken sesimle nefesime... Ne olduysa oldu işte. Planladığım şekilde yaşayamadığım gibi, planladığım şekilde ölemedim. Ömrümün sonu bile hayal kırıklığıydı benim için.
Ne mi oldu? Ona sonra değineceğim. Zaten o, en önemsizi bu olaylar zincirinin. Aklımdan geçenleri ve aklıma gelip yerleşenleri daha önemli buluyorum. Üstelik daha iyi hatırlıyorum...
Anlaşılmaz sistematik sorunlar sahibiydim. Nefes almaktan tutun da, sabahları uyanmaya kadar... Renklerim yavaş yavaş griye dönerken bir kişi gösterdi bana neon boyutu. Onun yanında abartılı bir mutluluk, en ufak bir tartışmada dibe vuruşlar sahibiydim. Sinir sahibiydim. Ben her şeyin sahibiydim. Bir öfkeme sahip çıkamadım çoğu zaman ama, hislerime güvenecek olursam var oluşların suçlusu bendim. Sevgilim, sevdam, kalemimden dökülen hecelerim, herkese tercih ettiğim... Neon boyutu bana gösterip grileri hayatımdan temizleyenim. Bahsetmek zor fakat çok sevdim. Kırıldığımda bile çoğu zaman ondan vazgeçemedim. Belki vazgeçememe sebebim, yine kendime verdiğim ''Sadece hayatımın sonuna dek yanımda olacak adamı ailemle tanıştıracağım!'' sözü, belki de onun, en az benim babam kadar muhteşem bir baba, eşsiz bir eş olacağına olan inancım. Ama benim dünyaya getireceğim genetik kodları bozuk bireylere olmamalıydı, o bu kadar kötü bir hayatı hak edecek hiçbir şey yapmadı. Ama bazen, bazen çok sevdiğinde vazgeçmek zorunda kalırsın, bir pes ediş değildir bu. Sevdiğin için kendinden cayarsın, bazen... Ne zaman son görüşü olduğunu bile anımsamayacak, bu onun işini kolaylaştırır, diyordum. Son defa gördüğümün bilinciyle doya doya yüzüne bakmak istemiştim o gün, hatırlıyorum. Sonra onun babamla yan yana, bana yardım etmelerini unutamıyorum. Hayatımın ilk erkeği, hayatımın son erkeğiyle birlikte benim için bir şeyler yapıyorlar, ve bu asırlar boyunca dünya üzerindeki en mutlu gün olarak anılmalı. -Her yıl da düzenli biçimde kutlanmalı. Peki, sadece ben de kutlarım, abartmıyorum.- Böyle hoş anılarım da vardı işte dünyadayken. Bizim birlikte geçen her an, her dakikamız benim için hoş bir anıydı zaten. Sevgilim ben hayatına girmeden önce cinayet romanları yazdığını söylemişti bana, onun hayatına girdiğim andan itibaren, ilham ve hevese dair tüm varlığını yitirdi. Halbuki tersi olmalıydı. Artık beni üzdüğü zamanlarda, sırf yazmak için beni intihara sürükleme amacında olduğunu düşünmeye başlamıştım. O derece yatkın bir yapım vardı ki ölüme, -henüz doğduğum andan itibaren hem de- beni kaybetmeyi göze alamayacak kadar sevdiğini yaşarken göremedim işte! Gidişimle bir şeyleri yoluna koyabileceğimi düşündüm, bana '' Sen içimdeki nefreti öldürdün, artık hiçbir şey yazamıyorum.'' dediğinde, onun için gerçekten çok üzüldüm. Bir suçluluk hissi kapladı benliğimi. Geleceğe dair planlarında ben yoktum güzün öncesinde, bunlar vardı neticede! İsminin bir kitapta -çok okunan ve en az bir kitapta- yazması... Yazma sürekliliği ve bu konuda sürekli gelişmek....Ölme isteğim bencilce değildi henüz yaşarken. Gerçekten kötü bir niyetim yoktu; belki bir gün gidişimden ilham alarak bu türün en iyi ismi o olurdu! Varlığımla bir şeyler eksilttiğim hayatından çıkarak bir şeyler katabilirdim hayatına, denemeye değerdi.
Sonra... babam. Ne kadar umutlu benden, ne kadar da gurur dolu... Nasıl da iyi biliyor yüzümdeki gülümsemenin yaşama sevinci taşıdığını! Beni herkesten iyi tanıyan bir insan, nasıl oldu da anlamadı içimde zerre kadar yaşama sevinci kalmadığını? Ya annem, kardeşlerim? Amaaaan, diye düşündüm, delisi olan her gün, ölüsü olan bir gün ağlarmış, derler. Hem zaten gergin anların sebebi çoğu zaman ben değil miydim, yokluğumda ciddi anlamda mutlu olacaklarını hissetmiyor muydum? Ama ufacık bir sorun vardı, merak ediyordum. Yaşarsam başıma neler geleceğini, beni anlayan biriyle karşılaşıp karşılaşamayacağımı -kız/erkek fark etmez-, olayların gidişatını... Merak güçlü bir insani histir efendim. Merak. Ölmeye de yaşamaya da merak. Hangisini tercih edeceğimi düşünmek kalmıştı. Çok geçmeden, daha sakin, sessiz ve tepkisiz kalıp olayların gidişatını tıpkı üçüncü bir şahıs gibi izlemeye karar vermiştim. Şaşırdınız değil mi? Ama merakımdan da bir süre sonra bıkacağını, olayların hiçbir zaman lehime dönmeyeceği kadar şanssız olduğumu bildiğim için ve hazır boş vakitlerim varken, ''Veda mektubumu yazayım bir kenarda dursun'' demiştim. Babama, doğum günü hediyesi olarak ayrı bir tane... Anneme... Ona yazamazdım işte, beni uzun süre affetmeyecekti muhtemelen ama anlayacaktı. Emindim anlayacağından, kendisinin de bu sınıra defalarca kez geldiğinden emindim. Tek farkımız vardı annemle, ben kendi canımdan başka bir can için sorumluluk taşımıyordum, onun sorumluluğunda olan bir ruhani ve üç dünyevi can vardı. Ayrıca annemle fazlaca benzerdik birbirimize, fiziksel, karakterstik ve psikolojik yapı bakımından çok benzerdik...Çok da yakındık. Ona bir şey yazamazdım, son hatıra bırakamazdım ona. Söyleyecek bir şey de bulamazdım zaten. Ben şu mektupları yazayım dedim ve başladım yazmaya... İlk önce babam için:
''Babamın doğum günü bugün, yarım asrı çiğneyip geçmiş zeytuni harelerle.
Ve şimdi tam bir asra değmekte... Nereye gidersem gideyim yanımda oldu, bulunduğum her şehrin havasını onunla soluma imkanı buldum mesela... Ve attığım her adımdan ilk onun haberi oldu, babamın güvenini kırmamak yaşam esasıydı benim için, benden duysun derdim hep, başkasından duymaktansa...
Babamın doğum günü bugün. Ellerinde taşıyan adamın, yaşanmışlıkları, anıları... Yanında olamasam da, bir kaç damla gözyaşımı ve Allah'ın onu daha uzunca bir süre boyunca yanımızdan ayırmaması gerektiği içerikli duamı hediye ettim saat on ikiyi göstermeden önce. Bana öğrettiklerini, çocuklarıma ben de öğretebilirim ama onun komik olaylara, etraftakilere belli etmeden gülmesinin, hiç kızılmayacak şeylere gülünç kızma tepkileri vermesinin, asaletinin, öğreticiliğinin binde biri olamam ben!
Babamdan öğrendiğim, hayat ne yönde eserse essin kendini esintiye bırakabilmek: uyumlu olmak. Babamdan öğrendiğim, şansı bulmak değil, şansı yaratmak. Zıtlaşırız bazı düşüncelerimizde, mesela ben her şeyi az az da olsa bilmek, yaşamın tüm çiçeklerindeki renkleri görmüş olmak gerektiğini savunurum, ona göre ise herkesin tek bir çiçeği vardır ve onu yaprak sayısına kadar öğrenmiş olmalıdır. Tek bir konuyu tam olarak öğrenmeden, başka iklimler aramamalıdır. Realisttir mesela, bilinç her şeydir babamın bakış açısında, benim nasıl bu kadar ütopik ve bilinç altı realiteleriyle yaşayabilen biri olduğumu anlayamadı hala... Ona göre 'insan aklını ne kadar çok kullanırsa kullansın ve ne denli zeki olursa olsun; bu, insana mutluluk getirmyorsa, o insanın aptal birinden hiçbir farkı yoktur.' Benim içinse zeka ne kadar çok kullanılabilirse ve insan ne kadar zeki olup ne kadar detayı görebilirse, istem dışı bir güç onu karamsarlığa iter; bilinçaltı da devrededir çünkü... Babamdan öğrendiğim, hazır düşüncenin üstüne konmak değil, söz konusu düşünce kendine ait olsa dahi, onu sorgulayıp fikirlerimi kendim oluşturmam gerektiğidir. Son ana kadar, sabırla korur sessizliğini, gergin anlarda... Asil ve bilgedir, yaşının konumunun bir önemi olmadan, sanki akranıymış gibi karşısına alıp konuşabilir her insanla... 
''Baba'' yı konu alan bir filmde, onun gözyaşlarını gördüğümde 'yanımızda olmasına rağmen neden ağlıyor acaba' diye düşünmüştüm başlarda, sonradan düşünebildim, onun da kendi babasını özlüyor olabileceğini... O damlalar bana, babamı bir kez daha sevdirdi. Asla düşünmedim güçsüz olduğunu, onların her biri benim şansımın, ne kadar güçlü ve sevgi dolu bir insana 'baba' dediğimin göstergesiydi. Babamdan öğrendiğim, her duygunun insanoğlu için var olduğu ve bunların her birinin hem dolu dolu hem de hayata saygıyla yaklaşarak, yaşanması gerektiğiydi...
O yaşasın, o yaşlanmasın... O bana anlattığı gibi anlatsın 'düzgün insan olmanın gereklilikleri'ni benden de sonrakilere... Ellerinde yaşını lekeleri çıkmasın ne olur, dayanamıyorum görmeye... Babam. O, öyle bir sevgi ki, sığdıramıyorum kalbime.
Bugün sevginin gün, bugün asaletin günü. Bugün, doğru düzgün insan olabilmenin günü. İyi anıların günü.... Bütün hislerimin ayakta alkışladığı yoğun duygularla geçen bir gün; bugün benim babamın doğum günü...''
Ardından sevgilim için:
''Benim canım,
Benim, canımı yakan'ım... Nasıl oldu da ben hiç üzülmemiş veya kırılmamışçasına yanımda istedim her seferinde, hiç sordun mu kendine? Her gördüğümde bir korku kapladı içimi 'ya yarın göremezsem?' diye. Her arkanı dönüp gidişinde, bunu düşündüm. Çünkü eğer bir daha sarılamazsam, ne zaman son sarılışım olduğunu bile hatırlamayacaktım, keşke'lerde kalacaktın. Keşke daha çok sarılsaydım, keşke biraz daha baksaydım yüzüne diyecektim. Sense, sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi, bir kin tuttun, onu besledin ve onu büyüttün. Ve ardından beni onla baş başa bıraktın. Gözlerinde aşk dolu bakışlar vardı, neredeler? Ne olacak bundan sonra? 
Kendi kendime konuşacağım bir müddet,belki alışkanlık yapacak; ömür boyu yollarda kendi kendime konuşup yürüyeceğim... Ama olsun ne fark eder? Konuşup, duyulup anlaşılmamaktan ne farkı var? Karşımda beni anlamayan bir insanla konuşmak ya da duyamayan biriyle konuşmanın farkı nedir?
Şehirden tek sıkılan ben miyim?
Gözyaşlarını güneş gözlüğünün sır tutan camlarının ardına, tek saklayan ben miyim?
Hayatım felç geçiriyor, hislerim şoka uğradı artık dilsizler. Bir tekerlekli sandalyeye bile oturtamıyorum şu an hayatımı. İçimde tekerlemeler söyleyip hayatla dalga geçen, şımarık neşe dolu kız çocuğunu dün toprağa verdim. Hayatla dalga geçtiği için vicdan azabından ölmüş olmalı... Bugün de geri kazanmaya gidiyorum onu, o bensiz çok duramaz, biliyorum. Pişmanlıklarını da bana ver hatıra bir şey kalsın. Sana ait olan bir şey isteyecektim, dilim düğümlendi, hiçbir şey diyemedim. Palyaço şiirindeki gibi 'yazdım, yazmasam ağlayacaktım' diyebilmeyi de çok isterdim şimdi, ve gözlerimden gözyaşı yerine, parmaklarımdan satırlar dökmeyi... Ama ben yazdım, yazarken de ağladım. Keşke tüm sevdiğim şarkıları tekrar dinleyecek zamanım olsa, son kez. Keşke sarılmama izin verseydin içimden geldiği kadar; ama neyin ne zaman son bulacağını bilemez ve hiç bunu düşünmez insanlar. Bazense bunu bilmek kötüdür, acıtır. Sana bakarken son görüşüm olacağını bilmem, annemle babamı aradığımda son konuşmamız olduğunu bilmem yaraladı. Kalplerinizde güzel kalayım...''
Bu yazı arkamda bırakacağım şeydi işte. Son bir kaç defa daha oldukça normal bir biçimde kendimi anlatmaya çalışacaktım. Bir insanın hayattan tek gerçek beklentisi anlaşılmak olduğu halde en çok sevdiği onu anlamıyorsa, çok yıpranıyor. 'Vazgeçilmez' kavramı bende yoktur. Vazgeçilir efendim,geçilir aileden, sevgiliden, hatta bazen onlar için, candan vazgeçilir. Vazgeçmek istemiyordum ben sadece, kalıp savaşacaktım. Hatta ben bu satırlara yenilerini ekleyecektim. Yürüyüşe çıktım, hayat bulayım diye taze dinmiş yağmur kokusunda. Müzik dinlemek istedim. Derin düşüncelere dalmışım yine. Kulağımda Tanju Okan, 'bilsem ki seveceksin, bir gün sen yine beni...' diye başlayıp karşısındakinin onu tekrar sevmesi halinde yapacaklarını sıralıyordu. Ben, (üzgünüm, dikkatsizdim) en son çok yoğun kırmızı bir renk gördüm. Birden bir anlığına tüm vücudum acıdı ama tuhaf bir biçimde en çok acıyan yerim sol işaret parmağımdaki tırnağımdı. Gerçekten tuhaftı. Sonra birden tüm acım dindi. Işık falan görmedim ben. Fren sesi duymadım ya da herhangi bir yanık lastik kokusu tarzında bir koku çarpmadı burnuma. Kırmızı bir yük kamyonuna kafa tutmuşum efendim, rüzgarda kendini savunmaktan bile aciz, güçsüz vücudumla... İlk iki gün hiç uğramadım bedenimin yakınlarına, iğrenç görünüyordum. Her zaman güzel ölebilmeyi dileyen biri olarak, o görüntüye dayanamazdım. Annemin haykırdığını, bayıldığını görmeye; güzel yüzlü sevgilimin yanaklarının solmasına, babamın zümrüt gözlerinin hak etmediği gözyaşıyla parlamasına dayanamazdım. Annem sevinç çığlıkları atmalıydı, bunu hak eden bir kadındı. Sevdiğimin yüzü gülmeliydi ki, güneş ara sıra çekip gitmeli, yeryüzünü yakmamalıydı. Babamın gözleri sadece mutluluk ve gururdan parlamalıydı.
Neyse, ne diyordum... İki gün sonra döndüm, şehir mezarlığında yer bitmiş, beni üst üste altı kişinin uzandığı bir yere bırakmışlar. Zaten dünya üzerinde mezarlık olmayan tek karış toprak bile kalmamış bunu da sonradan öğrenince razı olup karmaşa çıkarmadım ve o altı kişiyi rahatsiz etmemek için ses bile çıkarmadım. Soruları da cevapsız bıraktım hatta, nefret dolu bir çift kırmızı göz bakışlarıyla beni lanetleyip gitti. Şunu fark ettim yalnız kalınca: insan beyniyle değil ruhuyla düşünüp yorumlarmış her şeyi.
Yalnızım, düşünebilmek için, dünyanın bütün zamanı benim şimdi...
Selin'S

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜLLERİ YAKAN DİYALOGLAR

Selin: Ben, Şiirlere ve yazılara isim bulmakta usta olan ben, Hissettiğim şeye bir ad bulamamakla birlikte, hissediyorum. Hislerim hala yaşıyormuş. Hadi kutlayalım bunu, bu gece ölmeyen hislere içiyorum. Ve aynı şarkıyı, aynı kişi için defalarca kez üst üste dinliyorum. Umut: Aynı şeyi aynı kişi için her gece hissetmekten farkı ne ki? Aynı insana yazmıyor muyuz ömrümüz boyu tüm şiirleri? Selin: Hissettiğin an, içinde yaşıyorsun bir şeyleri. Kaldı ki bence öylesi daha iyi, bazı şeyler bilinmemeli. Umut: Tavandaki karolari saymaktan gözlerim bozuldu. Biraz da sesim kısık şarkı söylemekten bağıra bağıra. Görüyorum... Selin: Göremiyorum. Ne alfabedeki harfleri, ne yazdığım şiiri... Ne hislerimi ne bir gün sonrasını… Boğuluyorum. Umut:  Bak, şimdi karanlık ama yine doğacak güneş. Biz dursak da dönüyor dünya, biliyorum. Yıka yüzünü okyanuslarla, dağlara tutun, taşları sevmiyorum. Kalk hadi. Selin: Okyanus güneşin yakıcı sıcağına da...

Kararınca Karıncalar

Çok normal bir cümle içerisinde fark ettim yalnızlığımı, Şimdiye kadar olmaktan keyif aldığım bu durum Ağır ve ciğerlere inmeyen bir nefes gibi dizildi boğazıma Aslına bakılırsa yalnız sayılmazdım öyle çok da Kararınca karıncam vardı, Yetecek kadar şarap ve peynir, Benim olmayan bir aile, Kocaman bir aşk belki karşılıksız belki karşılıklı, Kırık kitaplığım vardı hislerimden hallice İzlediğim unuttuğum filmler, Gidip de gezemediğim şehirler Ve tonlarca soru işareti ile dolu bir beynim... Kalabalığı daha kısa özetleyemezdim. Selin'S

Artık Sevmiyorum Ba(ş)lıkları

Çocukken alıştığımız gibi devam ediyordu hayatım, Çünkü biz sesi bile çıkmayan bebekleri uyutmaya çalışıyorduk küçücük dizlerimizde... Olmayan sobalara kesilmemiş ağaçlar atıp yanmasını izliyorduk, Hatta benim bir battaniyem vardı, turuncu, yarım, yaprak desenleri üzerinde Ben onu çırpamazdım, üzerinden yapraklar dökülmesin diye... Bir şeyler yine sahteydi çocukluğumda ama mutluydum... Olmayan aşkına tutunup, olmayan bir adamı seviyorum şimdilerde. Bazı şeyler kadar sahte olan bu durumda şimdi neden mutlu olamıyorum? Beş yıl kalmıştı otuz yaşıma, Nereden bakıldığına bağlı olarak çok genç ve çok yaşlıyım... Elimde dolunay çizelgesiyle geçişini izlerken ayların Aylar kendine yuva edinir kaplumbağa kabuklarını bayım Çığlardır parlayan gökyüzünde, Yıldızlar soğuktur aslında, Bir başka gezegende bile siz varsanız hayat vardır Ben yine kelimeleri yanarken soğuktan donan bir şehirde Sizin verdiğiniz nefesleri almaktayım... Üç defa da öldüm üstelik, gerçek birer ölümdü h...