Ana içeriğe atla

Buruk-Çelişik 1

babam...
çocukluğumun kahramanı, bugünümün uğuru, geleceğin garantisi.
geleceğimin değil, geleceğin garantisi. çünkü onunla gelir gelecek,
çünkü onunla döner gezegenler birbiri etrafında, ancak ve ancak...
herkes sever babasını, her baba bir kahramandır çocuğunun gözünde.
benim ‘baba’ kavramım, babalık değil, ‘babam’ üzerine...
karakter idolüm, sabrı, kararlılığı, yaşamayı bilmesi, eğlenceleri
dik duruşu, net bakışı, insanlığa saygısı ve tartışmasız doğru sözleri....


en çok yaralandığım an, babamı ağlarken gördüğüm an değildi, -evet, ağladığını da gördüm, gece saat üçte, herkes uyurken, babam ve oğlum filmini izleye izleye ağlıyordu, o ana kadar aklıma hiç gelmedi onun da babasını özlüyor olabileceği- hayatta beni en üzgün görebileceğiniz an, tavla oynarken babamın ellerine gözümün takılmasıyla birlikte, açık-koyu kahverengi yaşlılık lekelerini görmemdi. bir dakika daha dursam yanında ağlayacaktım, o an ne bahane buldum hatırlamıyorum ama birden uzaklaştım masadan. üzülmesin diye bir şey de diyemedim. kimseye de anlatamadım içimden kopanları. insan konduramıyor işte. o lekeleri babanın ellerine konduramıyorsun zihninde... sakinleşmeye çalışırken babamın, iş çıkışı üzerinde takım elbisesi olduğu şekilde, market arabasının üzerinde tek ayağıyla hız alıp reyonların arasından vızır vızır geçişi aklıma geldi. kamp kurmayı, hangi bitki zehirli, hangisi zehirsiz, tüfeğin içi nasıl temizlenir, iş görüşmelerinde ne gibi cinsliklerle karşılaşırım... bunları bana tatlı tatlı anlatması geldi aklıma. sakinleşeceğim yerde daha çok ağladım. bazen telefonda konuşurken 'yoruldum, bahçeyle uğraştım, arkadaşlarla dağa tırmandık' falan dediğinde üzülmüyorum, fiziksel olarak yorulsun, iyidir, dinç tutar. 'bankada kasa tutmadı, bölge başkanı toplantı yapacakmış bir konuda sorun varmış' tarzı şeyler söylediğinde üzülüyorum çünkü ruhsal olarak yorulmasını istemiyorum. o lekeleri de hala içime sindiremedim ben. söyleyemedim de...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜLLERİ YAKAN DİYALOGLAR

Selin: Ben, Şiirlere ve yazılara isim bulmakta usta olan ben, Hissettiğim şeye bir ad bulamamakla birlikte, hissediyorum. Hislerim hala yaşıyormuş. Hadi kutlayalım bunu, bu gece ölmeyen hislere içiyorum. Ve aynı şarkıyı, aynı kişi için defalarca kez üst üste dinliyorum. Umut: Aynı şeyi aynı kişi için her gece hissetmekten farkı ne ki? Aynı insana yazmıyor muyuz ömrümüz boyu tüm şiirleri? Selin: Hissettiğin an, içinde yaşıyorsun bir şeyleri. Kaldı ki bence öylesi daha iyi, bazı şeyler bilinmemeli. Umut: Tavandaki karolari saymaktan gözlerim bozuldu. Biraz da sesim kısık şarkı söylemekten bağıra bağıra. Görüyorum... Selin: Göremiyorum. Ne alfabedeki harfleri, ne yazdığım şiiri... Ne hislerimi ne bir gün sonrasını… Boğuluyorum. Umut:  Bak, şimdi karanlık ama yine doğacak güneş. Biz dursak da dönüyor dünya, biliyorum. Yıka yüzünü okyanuslarla, dağlara tutun, taşları sevmiyorum. Kalk hadi. Selin: Okyanus güneşin yakıcı sıcağına da...

Artık Sevmiyorum Ba(ş)lıkları

Çocukken alıştığımız gibi devam ediyordu hayatım, Çünkü biz sesi bile çıkmayan bebekleri uyutmaya çalışıyorduk küçücük dizlerimizde... Olmayan sobalara kesilmemiş ağaçlar atıp yanmasını izliyorduk, Hatta benim bir battaniyem vardı, turuncu, yarım, yaprak desenleri üzerinde Ben onu çırpamazdım, üzerinden yapraklar dökülmesin diye... Bir şeyler yine sahteydi çocukluğumda ama mutluydum... Olmayan aşkına tutunup, olmayan bir adamı seviyorum şimdilerde. Bazı şeyler kadar sahte olan bu durumda şimdi neden mutlu olamıyorum? Beş yıl kalmıştı otuz yaşıma, Nereden bakıldığına bağlı olarak çok genç ve çok yaşlıyım... Elimde dolunay çizelgesiyle geçişini izlerken ayların Aylar kendine yuva edinir kaplumbağa kabuklarını bayım Çığlardır parlayan gökyüzünde, Yıldızlar soğuktur aslında, Bir başka gezegende bile siz varsanız hayat vardır Ben yine kelimeleri yanarken soğuktan donan bir şehirde Sizin verdiğiniz nefesleri almaktayım... Üç defa da öldüm üstelik, gerçek birer ölümdü h...

İyiliğimde

       Yıkanmış gri beton merdiven kokusunu içime çekerek, soyulmuş duvarlarını izlediğim apartmanı kat be kat aşıp, anlamaya çalışıyorum. Yıpranmışlığı kadar yıkanmış, sorduğu kadar soyulmuş boyaları. Yüzümün akmış rimelleri ve ağladıkça artan gözyaşı kokusuyla; ben bir apartman mıyım? Her katımda farklı hayatlar, derinlerimde huzursuz fareler ve kaçık solucanlar ile ben de böyle sıkıcı mıyım? Yeni yıkanmış bir merdiven kokusu kadar yanıltıcı hayatım.      İyiyim. Hiç içmemiş olana, rakı kokusu kadar iyi. Kalbimi şöyle bir söküp, helallik aldıktan sonra bitirecek kadar iyi... Üzerimden bir motor geçmiş de "Bu da mı gol değil?" demiş olacak kadar iyi... Hâlâ sevgisizce yaşarcasına öylece... Sarı bir şiirde sadece "öylesine" kelimesine aşık olacak kadar iyiyim ve olmak istemeyecek kadar. Henüz hayata geçememiş planlar kadar, yanlış alınmış kararlar, yanlış anılmış şairler gibi, bundan sonraki yaşanacak yıllarda yanıp, hiç sönmeyecekmişçesine iyiyim. Teş...