babam...
çocukluğumun kahramanı, bugünümün uğuru, geleceğin garantisi.
geleceğimin değil, geleceğin garantisi. çünkü onunla gelir gelecek,
çünkü onunla döner gezegenler birbiri etrafında, ancak ve ancak...
herkes sever babasını, her baba bir kahramandır çocuğunun gözünde.
benim ‘baba’ kavramım, babalık değil, ‘babam’ üzerine...
karakter idolüm, sabrı, kararlılığı, yaşamayı bilmesi, eğlenceleri
dik duruşu, net bakışı, insanlığa saygısı ve tartışmasız doğru sözleri....
en çok yaralandığım an, babamı ağlarken gördüğüm an değildi, -evet, ağladığını da gördüm, gece saat üçte, herkes uyurken, babam ve oğlum filmini izleye izleye ağlıyordu, o ana kadar aklıma hiç gelmedi onun da babasını özlüyor olabileceği- hayatta beni en üzgün görebileceğiniz an, tavla oynarken babamın ellerine gözümün takılmasıyla birlikte, açık-koyu kahverengi yaşlılık lekelerini görmemdi. bir dakika daha dursam yanında ağlayacaktım, o an ne bahane buldum hatırlamıyorum ama birden uzaklaştım masadan. üzülmesin diye bir şey de diyemedim. kimseye de anlatamadım içimden kopanları. insan konduramıyor işte. o lekeleri babanın ellerine konduramıyorsun zihninde... sakinleşmeye çalışırken babamın, iş çıkışı üzerinde takım elbisesi olduğu şekilde, market arabasının üzerinde tek ayağıyla hız alıp reyonların arasından vızır vızır geçişi aklıma geldi. kamp kurmayı, hangi bitki zehirli, hangisi zehirsiz, tüfeğin içi nasıl temizlenir, iş görüşmelerinde ne gibi cinsliklerle karşılaşırım... bunları bana tatlı tatlı anlatması geldi aklıma. sakinleşeceğim yerde daha çok ağladım. bazen telefonda konuşurken 'yoruldum, bahçeyle uğraştım, arkadaşlarla dağa tırmandık' falan dediğinde üzülmüyorum, fiziksel olarak yorulsun, iyidir, dinç tutar. 'bankada kasa tutmadı, bölge başkanı toplantı yapacakmış bir konuda sorun varmış' tarzı şeyler söylediğinde üzülüyorum çünkü ruhsal olarak yorulmasını istemiyorum. o lekeleri de hala içime sindiremedim ben. söyleyemedim de...
çocukluğumun kahramanı, bugünümün uğuru, geleceğin garantisi.
geleceğimin değil, geleceğin garantisi. çünkü onunla gelir gelecek,
çünkü onunla döner gezegenler birbiri etrafında, ancak ve ancak...
herkes sever babasını, her baba bir kahramandır çocuğunun gözünde.
benim ‘baba’ kavramım, babalık değil, ‘babam’ üzerine...
karakter idolüm, sabrı, kararlılığı, yaşamayı bilmesi, eğlenceleri
dik duruşu, net bakışı, insanlığa saygısı ve tartışmasız doğru sözleri....
en çok yaralandığım an, babamı ağlarken gördüğüm an değildi, -evet, ağladığını da gördüm, gece saat üçte, herkes uyurken, babam ve oğlum filmini izleye izleye ağlıyordu, o ana kadar aklıma hiç gelmedi onun da babasını özlüyor olabileceği- hayatta beni en üzgün görebileceğiniz an, tavla oynarken babamın ellerine gözümün takılmasıyla birlikte, açık-koyu kahverengi yaşlılık lekelerini görmemdi. bir dakika daha dursam yanında ağlayacaktım, o an ne bahane buldum hatırlamıyorum ama birden uzaklaştım masadan. üzülmesin diye bir şey de diyemedim. kimseye de anlatamadım içimden kopanları. insan konduramıyor işte. o lekeleri babanın ellerine konduramıyorsun zihninde... sakinleşmeye çalışırken babamın, iş çıkışı üzerinde takım elbisesi olduğu şekilde, market arabasının üzerinde tek ayağıyla hız alıp reyonların arasından vızır vızır geçişi aklıma geldi. kamp kurmayı, hangi bitki zehirli, hangisi zehirsiz, tüfeğin içi nasıl temizlenir, iş görüşmelerinde ne gibi cinsliklerle karşılaşırım... bunları bana tatlı tatlı anlatması geldi aklıma. sakinleşeceğim yerde daha çok ağladım. bazen telefonda konuşurken 'yoruldum, bahçeyle uğraştım, arkadaşlarla dağa tırmandık' falan dediğinde üzülmüyorum, fiziksel olarak yorulsun, iyidir, dinç tutar. 'bankada kasa tutmadı, bölge başkanı toplantı yapacakmış bir konuda sorun varmış' tarzı şeyler söylediğinde üzülüyorum çünkü ruhsal olarak yorulmasını istemiyorum. o lekeleri de hala içime sindiremedim ben. söyleyemedim de...
Yorumlar
Yorum Gönder