Sonradan farketmişti kız. Her gittiği yere onunla karşılaşabilme umudu ile gittiğini; aynı şekilde bir yere gitmediyse, onunla karşılaşma korkusundan veya onun orada olmadığını bildiğinden gitmediğini... O'nu daha çok yaşayablmek için birlikte söyledikleri ve dinledikleri şarkıları tekrar tekrar dinlediğini. Bunların hepsini bilinçsizce yapıyordu. Farkında olmadan, bindiği dolmuş onun evinin önünden geçerken boynu geride kalıyordu kızın. Oysa onun geceyi kimin yanında geçirdiğini, evde olup olmadığını bile bilmiyordu. Düşünmek de istemiyordu. Şehirden bu yıl değil gelecek yıl ayrılma planları yapıyordu, aynı şehirde nefes almak bile güzeldi. Yazmak istedi, ne yazacaktı? Yaşanmışlık üzerine yazılabilirdi belki, ama yaşanmamamışlık üzerine ne yazılacaktı? Hem 'sıkıcı bir yazı olur' diyordu; zaten bugünlerde her şeyden sıkılıyordu.Bir insanın bu denli sıkılabileceğini bu yaşına kadar bilmiyordu. Üstelik ne yazacaktı ki, her şey baştan aşağı tezat, dengesizlik ve ironi silsilesiyken hem de..! İçinde ironik fırtınalar kopuyordu, evet. ''Özlüyorum,son bir kez görsem, asla karşılaşmamalıyız, konuşmalıyım onunla, tek kelime etmemeliyim, o gittikten sonra ben bu şehirde durmam, o burdayken nefes alamıyorum, lütfen karşıma çıksın'' bunların hepsi aynı düşüncede geçen ironik fırtınalar... Saçmaydı her şey, boştu. Arkadaşları biraz değişiklik olsun diye onu dışarı çıkarıyor, sinemaya, bara götürüyorlardı, kız sıkılıyordu. Hatta bazen ağzından kaçırıyordu bunu: ''Sıkılıyorum''. Tuhaf bakışlara maruz kalıyordu o an ''Böyle herkesin eğlendiği bir yerde bile sıkılıyor olamazsın, ciddi olamazsın! '' dercesine. Yapacak birşey bulamamaktan kaynaklanan bir sıkıntı değildi bu; yapabileceği her şeyi yapmış olmasından ve artık ne yapacağını bilememesinden kaynaklanıyordu.
'Yazmalıyım'' dedi. ''Yazmamalıyım'' dedi.
Farkında olmadan hayatın orijinine onu koymuştu.
Farkında olmadan aşık olmuştu.
Sonradan farketti, farkettiğinde çok geçti...
Aldı eline kalemi ve başladı yazmaya.
''Sadece tek bir sorunun cevapsız kalması beni bu denli yıpratıyor sanırım. Beni neden sevemedin? Yani evet, ben olsam, ben de beni sevmezdim; ama birisi benim için bu kadar uğraşsa ve bu kadar kirlenmemiş hislerle bana gelse hiç değilse bir şans verebilirdim, senin sebebin ne bilmiyorum. Birlikte dinlediğimiz bir şiir dolanıp duruyor beynimde, sana uyarladım: Bir ara sokakta öldüm. Dün. Öylece yani. Birdenbire. Ölmek yerine iki adım yol gidip konuşuverse miydim senle? Gitmek yerine yanında kalıp olacakları izleseydim keşke...
Sen başını omzuma yasladığında ödüm koptu biliyor musun? Kalp atışlarımı duyma ihtimalinden çok korktum. Sana zarar vermemek için dokunmaya cesaretim yok, ben seni bir kaç yüz yıl geriden gelen, saygıyla karışık aşk hissiyle aldım kalbime. Konuşursam gidecektin, ben de sustum, ölümüne sustum hem de. Kırıcı sözlerin yer etmedi içimde, anlık çıtırtılarla kırılan hayallerimi saymazsak...''
Uzatmak istemedi yazıyı. 'Keşke hala mektup kullanılıyor olsa' diye düşündü. Yazılarını ilk önce mürekkepli kalemle yazmazsa, bir şey anlamazdı o işten, öyle bir alışkanlığı vardı. Mesaja geçirdi bunların hepsini, göndermeden önce kendine bir düşünme payı bıraktı, sarıldı şarabına. 2. litrenin bitiminde ancak, eli varabildi gönder tuşuna.
Saate, doğmak üzere olan güneşe aldırış etmedi. O, bu saatte uyumazdı ki. Tüm şiirlerini okuyordu kızın oysa bihaberdi kendisine yazıldığından, her bir satırın. Kız konuşmaktan aciz, yazılar dilsiz, sözcükler yetersiz.
Tekrar başa sardırdı şiiri:
Bir ara sokakta öldüm. Dün. Öylece yani. Birdenbire.
Boşluğa düşer gibi, sarı bir sessizliğin içinde
Granit duvarlı binanın anlamsızlığına,
Şehrin boşu boşunalığına içerlerken
Bırakmışım son nefesimi kaldırıma
Bitmiş,
Öylesine yani.
Birdenbire...
Kızın ölmek gibi bir lüksü olamazdı, hiç olmamıştı. Bunun için sorumluluk duyduğu iki tane kardeşinin, bir iran kedisinin ve bitirmek zorunda olduğu bir okulun olmaması gerekiyordu.
Kız, bazen birilerinin dikkatini çekerdi, bazen birileri kızın merak konusu olurdu. Konuşmaya başladıklarında ilk on saniye kendisi olurdu kız, sonra tekrar O'na karışır, resimlerini gösterir, onu anlatmaya başlardı. Hayatına girecek kişi ikisini birden kabullenmeliydi, çünkü kız yaralarına açtığı gizli çukurlara ondan parçalar gömmüştü. Bir sızıya gamzesini, bir yaraya gözlerinin bal sarısını, bir anıya birlikte dinledikleri bir nostaljik şarkıyı... Kabullenmişti bu yüzden, yalnız öleceğini.
Onun ölüm haberini aldığını düşünmek bile acıtıyordu kızın kalbini. Öldürecek kadar sinirliyken üstelik, ne ironi...
'Yazmalıyım'' dedi. ''Yazmamalıyım'' dedi.
Farkında olmadan hayatın orijinine onu koymuştu.
Farkında olmadan aşık olmuştu.
Sonradan farketti, farkettiğinde çok geçti...
Aldı eline kalemi ve başladı yazmaya.
''Sadece tek bir sorunun cevapsız kalması beni bu denli yıpratıyor sanırım. Beni neden sevemedin? Yani evet, ben olsam, ben de beni sevmezdim; ama birisi benim için bu kadar uğraşsa ve bu kadar kirlenmemiş hislerle bana gelse hiç değilse bir şans verebilirdim, senin sebebin ne bilmiyorum. Birlikte dinlediğimiz bir şiir dolanıp duruyor beynimde, sana uyarladım: Bir ara sokakta öldüm. Dün. Öylece yani. Birdenbire. Ölmek yerine iki adım yol gidip konuşuverse miydim senle? Gitmek yerine yanında kalıp olacakları izleseydim keşke...
Sen başını omzuma yasladığında ödüm koptu biliyor musun? Kalp atışlarımı duyma ihtimalinden çok korktum. Sana zarar vermemek için dokunmaya cesaretim yok, ben seni bir kaç yüz yıl geriden gelen, saygıyla karışık aşk hissiyle aldım kalbime. Konuşursam gidecektin, ben de sustum, ölümüne sustum hem de. Kırıcı sözlerin yer etmedi içimde, anlık çıtırtılarla kırılan hayallerimi saymazsak...''
Uzatmak istemedi yazıyı. 'Keşke hala mektup kullanılıyor olsa' diye düşündü. Yazılarını ilk önce mürekkepli kalemle yazmazsa, bir şey anlamazdı o işten, öyle bir alışkanlığı vardı. Mesaja geçirdi bunların hepsini, göndermeden önce kendine bir düşünme payı bıraktı, sarıldı şarabına. 2. litrenin bitiminde ancak, eli varabildi gönder tuşuna.
Saate, doğmak üzere olan güneşe aldırış etmedi. O, bu saatte uyumazdı ki. Tüm şiirlerini okuyordu kızın oysa bihaberdi kendisine yazıldığından, her bir satırın. Kız konuşmaktan aciz, yazılar dilsiz, sözcükler yetersiz.
Tekrar başa sardırdı şiiri:
Bir ara sokakta öldüm. Dün. Öylece yani. Birdenbire.
Boşluğa düşer gibi, sarı bir sessizliğin içinde
Granit duvarlı binanın anlamsızlığına,
Şehrin boşu boşunalığına içerlerken
Bırakmışım son nefesimi kaldırıma
Bitmiş,
Öylesine yani.
Birdenbire...
Kızın ölmek gibi bir lüksü olamazdı, hiç olmamıştı. Bunun için sorumluluk duyduğu iki tane kardeşinin, bir iran kedisinin ve bitirmek zorunda olduğu bir okulun olmaması gerekiyordu.
Kız, bazen birilerinin dikkatini çekerdi, bazen birileri kızın merak konusu olurdu. Konuşmaya başladıklarında ilk on saniye kendisi olurdu kız, sonra tekrar O'na karışır, resimlerini gösterir, onu anlatmaya başlardı. Hayatına girecek kişi ikisini birden kabullenmeliydi, çünkü kız yaralarına açtığı gizli çukurlara ondan parçalar gömmüştü. Bir sızıya gamzesini, bir yaraya gözlerinin bal sarısını, bir anıya birlikte dinledikleri bir nostaljik şarkıyı... Kabullenmişti bu yüzden, yalnız öleceğini.
Onun ölüm haberini aldığını düşünmek bile acıtıyordu kızın kalbini. Öldürecek kadar sinirliyken üstelik, ne ironi...
Yorumlar
Yorum Gönder