Ana içeriğe atla

HAYAL ET


Eminim ki bu piyes,
Kâğıt üzerinde, gözlerinizde ve zihninizde
Sahne üzerinde canlandırmanın anlamsız kalacağı bir biçimde
Güzel ve etkileyici olarak oynanacak.
Bu düşünceyle;
BU PİYES, SADECE OKUNMAK İÇİN YAZILMIŞTIR.
İyi seyirler…
Oyuncular: Can, Deren
Oyuncu tahlili:
Can: 32 yaşında olmasına rağmen derin çizgileri olan, yine de güzel denilebilecek yüz hatlarına sahip, siyah dağınık saçları olan uzun boylu bir adamdır. 20 yaşında sevgilisi Deren’i kaybetmesini takip eden 5 yılını, yabani, yalnız ve dağınık bir adam olarak geçirmiş; ardından sıklaşan rüyalarında teselli bularak yeniden hayata tutunabilmiştir. Sevgilisiyle yeni bir hayat kurmuş gibi her şeyin çift kişilik olduğu bir düzen oluşturmuştur kendine… Tek kişilik bir aile… Yazdıkları ve düşündükleri kadar var olabilen bir adamdır Can; çünkü yaşamını düşünüp yazdıkları ile devam ettirmektedir. Entelektüel yönü ağır basar. İnce ruhlu, derin düşünceleri olan biridir. O derinlikte boğulup boğulmadığı ise göreceli… Hem zaten ‘en normal’ diye nitelendirdiklerimiz bile, ne kadar normal ki?
Deren: Şşşh… Onu yalnızca Can görebilir. Tıpkı hiç kimsenin sevgiliyi, sevenin gözünden göremeyeceği gibi… Sadece baskın olan muzur karakter yapısının bilinmesi yeterli.
Dekor: Deren’in en sevdiği renk olan mor tonlarının abartısıyla ağırlaşmış bir oda. Açık lila rengi üzerine koyu eflatun çizgileri olan bir perde, pencerenin yarısını örtecek biçimde çekilmiş. İki tane eflatun, mat suni deriden berjer neredeyse ‘’birbirine dönük’’ denilebilecek kadar çapraz biçimde pencerenin önüne yerleştirilmiş; ortalarındaki sehpanın üzerindeki fanusta beta cinsi bir balık, etrafı izliyor ilgisizce. Can’ın en iyi dostu, İran kedisi Derry, her zamanki yerine yerleşmiş yine. Uyukluyor Can’ın koltuğunun dibinde. ‘Mor ışıklandırma hayvancağızı kendinden mi geçiriyor, yoksa yapısı mı böyle’ sorusuna Can 25 aydır cevap bulamamış. (‘’Kedisinden bekliyor cevabı’’ diye sürdürmeyeceğim bu cümleyi ama Can bu, ne yapsa yeridir.) Derry kendi halinde, balık kendi halinde… Beş altı tane kül tablası sanki odanın farklı yerlerine serpiştirilmiş gibi duruyor ve hepsi de dolu, oda duman altı –sisli zannedilebilecek kadar.- (Aramızda kalsın ama Can bir keresinde dalgınlıkla, elindeki sigaranın külünü akvaryuma çırpmıştı. Fark edince panikle kalkıp, suyu değiştirdi. Balıksa halinden memnun, tam bir pasif içici! )

1.       PERDE

Can, okuduğu kitabın arasına, ayracı özensizce bırakıp, kitabı koltuğun arasına koydu. Sigarasını söndürüp yerinden kalktı; aralık olan perdeyi tamamen açtı. Yine o ışık… Kimseyle konuşmamaktan çatallaşmış sesiyle, açtığı pencereden gelen havayla konuşuyormuşçasına:
-Hissetmiştim, biliyordum… Gitmediğini kimseye anlatamıyorum. Anlatma girişimlerimden de vazgeçtim zaten. Nerden bilecekler ki, gecenin ortasında beliren bu zamansız, bu karanlığı bastıran ışığın senin aurandan, senin ruhundan başka bir şey olmadığını? (Sitemkâr bir şekilde) Kaç gecedir yoktun sevgilim… Neden? Oysa söz vermiştin, bir sonraki gelişinde aşkı anlatacaktın, sevgi üzerine konuşmakla geçirecektik tüm vaktimizi. Sohbetini, sesini, sesinden buket buket yazılmış şiirleri dinlemeyi özledim.
Gülmek mutlu olmak mıydı yoksa üzüldüğünü belli etmemek miydi bilemedim...
Âşık olmak yeniden doğmak mıydı yoksa sensizliğimde boğulmak mı, bilemedim...
İyi duygular var mıydı; yoksa hayat planladıklarımız mıydı?
Umut denen şey güneşle batıp, gece neden gözlerimizi yaşartırdı.
Gençlik denen çağ bir ömürde kaç yıl kalırdı.
Ve duygular ne zaman bu kadar erken yaşlanmaya başladı...
Çözemedim...
Susmak mı iyiydi konuşmak yerine ya da avaz avaz haykırmak mı tüm evrene
Sevmek mi iyiydi yakınlaşma olmadan ya da yanında olup bakmak mı gözlerine
Bilemedim...
Neden bu kadar çok şeyi bilirken, öğrenmeden ölür gider insan en güzel duyguları
Sen bir cevap ver
Ben öğrenemedim...
(Kendisiyle konuşur gibi) Deren’im kadar derin düşünen, muhabbet edebildiğim, birlikte zaman geçirmekten tat aldığım tek bir Allah’ın kulu çıkmadı karşıma. Kimseyle bir konu üzerinde hararetli bir tartışma yapamadan geçen 12 sene! 12 sene… (Ses tonu yükselir) Tam 12 yıl! Tabi ya, 16 Kasım!
Birden omzuna biri dokunmuş gibi irkilerek arkasına döner.
Işıklar kararır, perde kapanır.

2.       PERDE

Karşısındadır işte Deren’i, o güzel sevgilisi. 18 yaşındaki halinde; bir eylemde konuyla alakası olmamasına rağmen serseri bir kurşuna kurban gittiği yaştadır. Can’a rüyalarında yılların izlerini üstünde taşıyarak gelmiştir hep. İlk kez karşısında onu son gördüğü haliyle durmakta olan Deren, Can üzerinde şok etkisi yaratmış olacaktır ki, adamın ağzından sadece birkaç anlamsız ses çıkar ve onlar da geceye karışıp kaybolurlar… Can bir müddet Deren’e bakar, sonra cama doğru gidip kendi yansımasına bakar. Yeniden 20 yaşındadır işte! Gözyaşlarıyla yüzünü yıkamaktan yıpratmadığı, üzüntülerin bedenini yormadığı o günlerde… Bir müddet tepki veremez, sonra Deren’e yanaşır ve bembeyaz tenine, siyah dalgalı saçlarına, uzun beyaz elbisesinin aşağı doğru genişleyen kollarına dokunur. O şaşkın haliyle bir daha asla sesini kullanamayacağı gibi saçma bir düşünceye kapılmıştır ama çok geçmeden boğazını temizleyip kendini toparlar.
Deren: Madem soruların var, geldim cevaplarımla.
Yaş, rakamlarla değil; yaşanmışlıklarla ölçülür...
Aşk, kaç kişiyi sevebildiğin değil, birini ne kadar sevdiğindir...
Özlemek,'o'ndan ayrı kaldığında yanında olmasını istemek değildir;
Yanındayken bile gözlerinde kaybolup, yaşanılan zamana dönmeyi dilemektir.
Yanındayken bile yetinememek saniyelere tüm sevdayı sığdırmaya çalışmaktır.

Ömür, uzun değildir... Sevemezsen birini
Ömür, kısa değildir; sever ve tüketmez isen o sevgiyi...
Kelimeler, anlamlıdır... Farklı yollarla söyleyemezsen hislerini
Kelimeler, önemsizdir; daha konuşmadan anlıyorsa seni karşındaki
Ve kişiliğidir insanın sahip olduğu tek gerçek mücevheri.
Ondan taviz verirsen eğer,
Ardına bakmadan gider, affetmez seni.

İnanmak gereklidir şüphe duymadan
Güvenmek zorundadır aslında her insan
Yaşamak ve ''yaşamı oynamak'' farklı şeylerdir
Yaşıyorsundur esasen, güvenebildiğin zaman...

Affetmek erdem değildir
Affetmek sevmek, değer vermektir.
Ne kadar yıpransan da onun yüzünden
Nerde olursa olsun ona dönmektir.

Çaresizlik değildir gözyaşları istemeden akınca
Unutulmaz sen ne kadar 'unuturum' sansan da
Güçlü olmak zordur diyen varsa haksızdır
Bir gün anlayacaktır 'güç kasta değil zekâda'
Bazen susmaktadır güç, bazen kibar olmakta
Ama fark ettim ki, en büyük güç doğada
En masum sevgide ya da yeni doğan çocukta
Tecrübedir yaşam kitabı, imzam var her satırda...
Can: Uyuyakalmış olmalıyım yine…
Deren: Uyku basit, hafif, küçümsenecek bir kavram sevgilim; uyumadın sen. Ben de rüya değilim, bilmek istediğin buysa eğer.
Can: Rüyalarımda da böyle konuşuyordun. Her şey hakkında konuştuk hayat hakkında, ölüm hakkında, terimler, kavramlar, topluluklar…
Deren: (Sözünü keser ve gülerek) Konuştuğun kişi bendim zaten, biliyorum! Konuşmaların detaylarını bile anlatabilirim istersen.
Can: Rüyalarım bile gerçek seninle… (Duraksar) Şarkımızın sözlerini hatırlıyor musun?
Deren: (Şarkının ortasından girerek söylemeye başlar)
‘’Sensiz gecemin şu son deminde,
Kâbus olsan gel, güzel bir düş seninle…’’ (Eliyle ‘devam et’ dercesine Can’ı gösterir)
Can: ‘’Yağmasın yağmur yüzüme,
Değmesin rüzgâr tenime,
El değmesin elime, senden başka’’
İkisi birlikte: ‘’Sensiz olmaz!’’
(Gülüşürler)
Can: (Birden buruklaşarak) Olmadı, olamazdı da…
Deren: Biliyorum sevgilim.(Can’ı güldürmek için) Rüyalarında daha iyi şarkı söylüyordun ama!
Her şeyin en güzeli düş dünyasında değil midir zaten? Tıpkı bizim en iyi hallerimizle burada olduğumuz gibi…
Can: Rüya değil demiştin? Rüya da olsa, gerçek de, hatta ölmüş olsam bile bu anı dondurmak istiyorum. Bunu deli gibi istiyorum.
Deren: (Bir kahkaha atar) Aklı başında bir hareketin olduysa bile benim gözümden kaçmış demektir çünkü hatırlamıyorum. Hem zaman sadece sıfır derecede donar. Pardon. Su da olabilir o. Ama burayı sıfır dereceye getirirsek ben de donarım. Ayrıca sana şunu söyleyeyim, donmuş bir Deren kimsenin işine gelmez; bence o zaman korkunç görünürüm ne gerek var milletin göz zevkini bozmaya, öyle değil mi? Bundan sonra hep birlikte olacağız zaten. Vee… Sadece iki dilek hakkın kaldı!
Can: Hiç değişmeyeceksin değil mi? (diyerek Deren’in kahkahasına eşlik eder; değişmeyeceğini bilerek sorulmuş bir sorudur onunki ve değişmesini asla istemez. Can, hemen romantikleşmeye, biraz daha ağır bir havaya bürünmeye yatkın bir karakterdir. Deren kadar uzun süre koruyamaz neşesini. Devam eder )
Seni hep bu halinle sevdim işte,
Biraz deli, biraz uçuk belki biraz divane…
Beni ne kadar sevdiğinin merakı vardı hep içimde.
Cevabı bilsem de aşk, bu hissi yenememektir belki de.
Ben sustuğumda sen söyle
Sen devam et benim kaldığım yerden, cümlelerime.
Korkular belirsizlikler ortaktır tüm insanlar için
Bilinmeyenler vardır bir de…
Bana bilmediklerimi anlat.
Ve de…
Neyse!
Sen anlat ben nefesimi tutayım
Sözler kaçıp gitmesin benden diye…
Senin bu kent, bu kırık şehir
Kuruldu sen hayatıma girdiğinde
İçinde dolaşıyorsun şimdi gözlerinde ateşle
Her an yakacak gibi…
Tehdit edercesine...
Sen söyle, ‘yalan’ de...
Konuşmak istemiyorum artık halime üzülen
Teselli edenlerle.
Sen konuş sadece, biliyorsun
Deva sende, teselli sende, nasıl ki keder sendeyse…
Kaderin cilvesi işte!
Bilemezsin ne zaman vurulacaksın, kim bilir nerde
Haydi konuş
Hayatı anlat bana…
Yaşam yoksunuyum bugünlerde
Yaşamayı anlat…
Uzun uzun anlat sigaranın zararlarını
Unutup yaktıkça peş peşe…
Ama anla ki sana benzeyen her şeyi seviyorum
O da senin gibi bir var bir yok
Dumanı gözlerinde…
İyi gidiyor anlayacağın, sensizlikte.
Anlat.
Ben susayım sen söyle…
Sen cevap ver sessiz sorularıma;
Ben de, de
Ben de…
Deren: Ben hala aynı deliyim, aynı uçuk, aynı divane
Yanındaydım sen hissedip görmesen de
Sen yazarken, sen yaşarken, hem gündüz, hem gece…
En güzelinden bir dolunay gönderirdim sana
Bulutların değil, satırların arasından
Fikrine ilham versin diye,
Benim anlatamadığım aşkımı anlatması için bir de.
Kıskandı seni belki, yine de ışığından bir şey kaybetmedi
Karanlıktan korkma diye.
‘Anlat’ , dedin.
Aynı kaos, aynı çelişki, aynıdır isimleri kavramların
Aynı olmasa da manası herkeste; hele ki aşkın.
Olay da tam olarak budur işte
Aşk da, hayat da tam bir görece.
Işığı, sonundaki umut olan bir tünel, benim zihnimde
İleriyi düşünmeden, çıkışı göremeden bağlanmak birisine.
Ve ne kadar cesur olursan ol, yine de korkutucu
Yaşarken bir yandan yakınlaşmak misali, ölümün soğuk nefesine…
Adı aşktır, yaşamın çocuğu.
Derdim ya sana, anlamsızdır.
Aşkın tatlısı sevilir de, acısı terstir insanın doğasına
Var olmak için gelip dünyaya
Felsefesi ‘yok olmak’ olan bir hissin içinde
Kapılıp dururlar bir belirsizlikten, diğerine
Ama bilmezler ki aşk: hem var, hem yok olmaktır;
Belki de saniyeden daha küçük bir anın içinde.
Can: Frekans tutması hafif kalır Sevgi’m. Ben buna yeni bir tabir bulabileceğimizi düşünüyorum… Imm, ‘sözlerin uçuşurken, frekansların tutuşması’. Evet, tam da bu!
(Deren, şefkat ve aşkla bakmaktadır, Can bir şey söylemesine fırsat vermeden devam eder) Tartışmalarımızı düşünüyorum, her anımız aklımda… ‘Gereksizdi’ diyebileceğim tek bir şey bile yok; hepsi gerekiyordu bana göre. Çocukluk aşkından gelen mektupları atmadığın için sana kızdığımda ‘Tarihte de önemli olaylar vardır, bunlar hatırlanması ve sonradan aynı hataların yapılmaması için belgelenir. Ben de bu yüzden atmadım onları. Tarih de çağlara ayrılır; kavimler göçü, İsa’nın doğuşu gibi önemli olayların etkisiyle olmuştur bu… Ben de senin hayatıma girişinle yeni bir çağ yaşamaya başladım. Buna da Kalıcı Bahar Çağı diyorum. Sen böyle bahar çiçeklerini solduracak kadar soğuk esersen yeni isimler düşünmek zorunda kalacağım!’ deyip susmuştun. Saatlerce susmuştun. Yeni isimler düşünmenden korktuğum için nasıl geri adım atacağımı şaşırdım, çok iyi hatırlıyorum. Senin zekâna hayran olduğum kadar, inadına da hayranım.
Deren: (Şımarık bir tonda) Ah beyefendiciğim, ne yazık ki yanımda şu an bir resmim yok, en kısa zamanda sizin için bir tane imzalayıp göndereceğimden emin olabilirsiniz.
Can: Dalga geçmeye devam et sen, ciddiyim. İmrenme ve aşktan oluşan bir duygu… Yani hayranlık kelimesi cuk oturdu buraya. Ne çok şey öğrendim senden… Aynı zamanda, kimse canımı senin tek bir sözle yaktığın kadar yakamazdı. Çünkü ben kimseye o değeri veremezdim. Sevgi hafif bir duygudur; acısız, sancısız, şiirler şarkılar yazdırmayan insana. Ama aşk öyle mi ya? Sevgi insanı bülbül eder söyletir, aşk sus pus eder içten içe inletir. Kaç kez seni sevdiğimi söylemek içimde kaldı da, pişman olup yine susup, tekrar âşık oldum sana ‘seviyorum’ gibi basit bir sözcük olsa olsa yalan olurdu. Sen, her yaşıtın kız gibi bunu duymayı beklerdin benden; evet bakma öyle farkındayım aşkın suçu bu Meleğim. Ne kızgın olduğum zamanlar oldu da, yine seni karşımda gördüğümde ellerim buz keser, adımlarım birbirine dolaşırdı. Kızdığım için kendime kızar bir yandan seni düşünmeye devam ederdim. O yüzden mi ‘aşk iki kişiliktir’ demiş şair? Ağır bir duygu bu, kimse tek başına kaldıramaz demek istemiş galiba…(Durur. Deren’e uzun uzun bakar. Bakışlarını başka yöne çevirmeden devam eder.)
Her şeyin en iyisine layık görüyorum seni
Ve en iyi karaları kendin için, gene kendin verdin…
Sen kendi romanının ana kahramanını oynarken
Gıptayla baktığımı fark etmezdin.
Ben hep başkalarının hayatında canlandırdım
Ana karakterleri…
Kendi hayatım bana bile kapalıydı çünkü
Böyle olsun istemezdim
İşte bundandır sevdiğim;
Gıptayla bakmam, saygı duyduğum için.
Seçtiğin kişilere, verdiğin kararlara…
Hatta bazen kararsızlıklarına bile…
Ve budur yine, belki de
Seni sessizliklerde, sensizliklerde sevme nedenim…
Sen seçilen olmayı benimseyemezdin
Kendi seçtiklerinle doldururdun hayat torbanı
Belki de ben seçmeyi beceremedim
Yoğundum… Çürük insanları ayıkladığımdan dolayı…
İçimden sevdim seni ben
Kelimelere yeğledim duygularımı…
Unuttuğun sevinçlerimiz hala aklımda
Unuttuğun yağmurlar hala saklımda
Sen bir hayal miydin yoksa hiç olmadın mı hayatımda
Hayal dünyamda mı yaşadım aşkımı?
Belki öyledir…
Belki bundandır -ki her insanda
Bir parça seni buluyorum
 ‘’Sen sen açıyor’’ çiçekler kışın ortasında
Belki bundandır sevdiğim
Koparmaya kıyamıyorum…

Bir sürü gözyaşı biriktirdim dondurup
Ne güneşler üfledi, çözemedi buzları…
Gözlerimden akıttım karlara bıraktım,
Sonra bir müddet durup
İzledim –ki inci oldu teker teker gözyaşları…
Belki içimde elmastı her biri
Çıkınca kalpten seller, nehirler olup
Belki bundandır değerini kaybetmeleri…
Sevmiyorlar sahte sevgileri
Belki bundandır benimsemem seni
Yalın olman, silmen hayatından tüm sahtelikleri…

Ne tuhaf değil mi?
İçini acıtan kişinin sevdiğin olması
Buna rağmen;
Acıyı sadece o kişinin unutturması
Gelişi güzel söylenmiş bir lafın kalbini kırması
Gelişi güzel söylenmiş bir lafın kırığı onarması…
Belki de bundandır;
Kırılma, yeniden solma korkusu insandaki
Ve belki de bundandır, içimden sevdim seni…

Öyle bir yandım ki bu sefer sevdiğim,
Küllerime basanlar bile utandı inan…
Boynu bükük laleler bıraktılar üzerine küllerimin…

Yine de için için yandı kalıntıları, sevgimin…

Biz sessiz birer çığlığız.
Biz un ufak olup toplayamadığımız keskin cam parçaları gibi
Biz birbirimize zararlıyız… Aşığız.
Kim bilir belki hayatın yazarının satırlarıyız…
Biz hem birer kıvılcım, hem de deryayız…
Deren: (Oldukça durgunlaşmıştır, yanağında az önce düştüğünü belli eden bir gözyaşı damlasının izi vardır.)
Affet sevdiğim...
Bugüne kadar yaptığım tüm çocukluklar için
Bir özür çıkamadı kibirli dudaklarımdan
Dudaklarım kilitli
Kalbim sana kilitsiz
Ben bir divaneyim işte, zincirsiz.
Bir kibriti rüzgârlı havada çakmaya çalışmakmış
O sevmek denilen illet...
Şimdi seni arar gözlerim yerli yersiz.
Sen milatsın hislerimde
Onlar kalsa da sahipsiz
Sen bir romansın gözlerinle
Öyle derin ve öyle başlangıçsız bitişsiz...
Can: Affetmek mi? Ben ‘kızamazdım’ derken, bunu söyleyebilmen gülünç sevgilim.
Deren: (Bozulmuş bir ifadeyle) Espri yaptığımda gülmeyip buna gülünç diyebildiğin için mi aşığım acaba sana?
Can: . Ben her aldığın nefes için, nefes başına üç kez sana aşığım, senin sebebini bilemeyeceğim. Sahip olduğun bir şeyi hayatından çıkarmaktan daha zormuş diğer yarını yitirmek, içini burkuyormuş insanın. Oysa hepi topu ne kadar yer kaplıyoruz evrende, ama diğer yarım, yârim olunca, evren benim dediğim zamanları hatırlıyorum. Bir gün sabah bir uyandım, eksik olan bir şeyler var! Baktım ki kalbim içinde duruyor senin avuçlarının… Yerlerde damla damla kan… Yerlerde mısralarım… Ve öylesine ağır bir yağmur çiseliyor ki yerlerde kalmasın diye sana bıraktıklarım. Sürekli beynimi kemiren sorulardı, yanımda olsan o saniyenin ne kadar büyüleyici olabileceği; ne söyleyeceğin… Seni aradım bir süre, tanıdık bakışlarda. Herkesi sana benzetmeye başladım. Baktım olmuyor, kedimin adını senin adına benzettim hiçbir şey yapamadığım için. Şairler ölümsüzmüş ya hani; ben bu söze hiçbir zaman katılmadım. Şiirlerdir ölümsüz olan. Yazan hakkında bir şey bilinmez ismi dışında… Dizelerdir akıllarda kalan. Ben de öleceğim, ama sen hep yaşayacaksın… Her bir dize, bir saç telin. Her imla sen de saklı… Bana kalırsa şans denen şapşal gezgin, bizim yolumuzu bulamadı.
Deren: Yaa… Oysa ben dünyaya gelmiş en şanslı insanlar olduğumuzu düşünüyordum.
Şansımızın adı aşk... Adı sevgi...
Bir türlü koyamadım ismini
Biliyorum artık çok geç
Söylediğim yer bu dünya değil ki
Ben düşlerden gelenim,
Sen de düşler elçisi...
Can: Düşlere kaldı artık, gördüğün gibi... Düşlerimin krallığında en güzel tahta oturttum seni... Eğer bir gün verirsen, o sabırla beklediğim ''huzuruna çıkabilme'' iznini; o zaman söylerim ölüm de olsa sonunda; diyemediklerimi... (Deren’in önünde diz çöker) Seni, tüm sevgi değerlerinden daha çok sevdiğimi… Seni sevdiğimi…
Işıklar kararır.
İkisinin şarkısı olan ‘Sensiz Olmaz’ın sadece nakaratı çalar.
Perde kapanır.

3.       PERDE

Oyuncular: Polis memuru, komşu
Dekor: Yanık, yıkık bir ev. Yatay bir şekilde yere düşen dış kapı sağlam kalan tek şey gibi görünüyor. Her yer kül içinde.
Polis memuru: Yalnız mı yaşıyordu?
Komşu: Evet, dün evine biri geldi mi gelmedi mi bilmiyorum ben de evde yoktum. Dün gece ablamın evinde kaldım. Geldiğimde apartmanın önünde itfaiye ve polis arabaları vardı. En üst kattaki Ayten abla fark etmiş evden çıkan dumanları, zaten itfaiyeyi o çağırmış. Bana söylediklerine göre, sigaradan çıkmış yangın.
Polis memuru: Ailesinden birilerini tanıyor musunuz?
Komşu: Valla… Hep yalnızdı Can Bey, kimseyle konuşmazdı. Bilen birinin olabileceğini düşünsem, sizi ona yönlendireceğim ama evine giren, evinden çıkan kimseyi de görmedik ki…
Polis memuru başını sallayarak not almaktadır.
Perde tekrar kapanır.

4.       PERDE

Birinci perdede kullanılan dekorun aynısı. Can aynı şekilde kitap okumaktadır, bir elinde sigarası vardır ancak bu kez kitabı kapatıp, sigarasını söndürüp ayağa kalkmaz. Kitabı elinde, başı öne düşerek uyuyakaldığında elindeki sigarası ahşap zemine düşer. Ve Deren’in ‘bu rüya değil’ derken söylediğinin gerçek olduğu anlaşılır. Artık asla ayrılmayacaklardır…



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜLLERİ YAKAN DİYALOGLAR

Selin: Ben, Şiirlere ve yazılara isim bulmakta usta olan ben, Hissettiğim şeye bir ad bulamamakla birlikte, hissediyorum. Hislerim hala yaşıyormuş. Hadi kutlayalım bunu, bu gece ölmeyen hislere içiyorum. Ve aynı şarkıyı, aynı kişi için defalarca kez üst üste dinliyorum. Umut: Aynı şeyi aynı kişi için her gece hissetmekten farkı ne ki? Aynı insana yazmıyor muyuz ömrümüz boyu tüm şiirleri? Selin: Hissettiğin an, içinde yaşıyorsun bir şeyleri. Kaldı ki bence öylesi daha iyi, bazı şeyler bilinmemeli. Umut: Tavandaki karolari saymaktan gözlerim bozuldu. Biraz da sesim kısık şarkı söylemekten bağıra bağıra. Görüyorum... Selin: Göremiyorum. Ne alfabedeki harfleri, ne yazdığım şiiri... Ne hislerimi ne bir gün sonrasını… Boğuluyorum. Umut:  Bak, şimdi karanlık ama yine doğacak güneş. Biz dursak da dönüyor dünya, biliyorum. Yıka yüzünü okyanuslarla, dağlara tutun, taşları sevmiyorum. Kalk hadi. Selin: Okyanus güneşin yakıcı sıcağına da...

Artık Sevmiyorum Ba(ş)lıkları

Çocukken alıştığımız gibi devam ediyordu hayatım, Çünkü biz sesi bile çıkmayan bebekleri uyutmaya çalışıyorduk küçücük dizlerimizde... Olmayan sobalara kesilmemiş ağaçlar atıp yanmasını izliyorduk, Hatta benim bir battaniyem vardı, turuncu, yarım, yaprak desenleri üzerinde Ben onu çırpamazdım, üzerinden yapraklar dökülmesin diye... Bir şeyler yine sahteydi çocukluğumda ama mutluydum... Olmayan aşkına tutunup, olmayan bir adamı seviyorum şimdilerde. Bazı şeyler kadar sahte olan bu durumda şimdi neden mutlu olamıyorum? Beş yıl kalmıştı otuz yaşıma, Nereden bakıldığına bağlı olarak çok genç ve çok yaşlıyım... Elimde dolunay çizelgesiyle geçişini izlerken ayların Aylar kendine yuva edinir kaplumbağa kabuklarını bayım Çığlardır parlayan gökyüzünde, Yıldızlar soğuktur aslında, Bir başka gezegende bile siz varsanız hayat vardır Ben yine kelimeleri yanarken soğuktan donan bir şehirde Sizin verdiğiniz nefesleri almaktayım... Üç defa da öldüm üstelik, gerçek birer ölümdü h...

İyiliğimde

       Yıkanmış gri beton merdiven kokusunu içime çekerek, soyulmuş duvarlarını izlediğim apartmanı kat be kat aşıp, anlamaya çalışıyorum. Yıpranmışlığı kadar yıkanmış, sorduğu kadar soyulmuş boyaları. Yüzümün akmış rimelleri ve ağladıkça artan gözyaşı kokusuyla; ben bir apartman mıyım? Her katımda farklı hayatlar, derinlerimde huzursuz fareler ve kaçık solucanlar ile ben de böyle sıkıcı mıyım? Yeni yıkanmış bir merdiven kokusu kadar yanıltıcı hayatım.      İyiyim. Hiç içmemiş olana, rakı kokusu kadar iyi. Kalbimi şöyle bir söküp, helallik aldıktan sonra bitirecek kadar iyi... Üzerimden bir motor geçmiş de "Bu da mı gol değil?" demiş olacak kadar iyi... Hâlâ sevgisizce yaşarcasına öylece... Sarı bir şiirde sadece "öylesine" kelimesine aşık olacak kadar iyiyim ve olmak istemeyecek kadar. Henüz hayata geçememiş planlar kadar, yanlış alınmış kararlar, yanlış anılmış şairler gibi, bundan sonraki yaşanacak yıllarda yanıp, hiç sönmeyecekmişçesine iyiyim. Teş...