Kâğıt
üzerinde, gözlerinizde ve zihninizde
Sahne
üzerinde canlandırmanın anlamsız kalacağı bir biçimde
Güzel ve
etkileyici olarak oynanacak.
Bu
düşünceyle;
BU
PİYES, SADECE OKUNMAK İÇİN YAZILMIŞTIR.
İyi
seyirler…
Oyuncular:
Can, Deren
Oyuncu
tahlili:
Can:
32 yaşında olmasına rağmen derin çizgileri olan, yine de güzel denilebilecek
yüz hatlarına sahip, siyah dağınık saçları olan uzun boylu bir adamdır. 20
yaşında sevgilisi Deren’i kaybetmesini takip eden 5 yılını, yabani, yalnız ve
dağınık bir adam olarak geçirmiş; ardından sıklaşan rüyalarında teselli bularak
yeniden hayata tutunabilmiştir. Sevgilisiyle yeni bir hayat kurmuş gibi her
şeyin çift kişilik olduğu bir düzen oluşturmuştur kendine… Tek kişilik bir
aile… Yazdıkları ve düşündükleri kadar var olabilen bir adamdır Can; çünkü
yaşamını düşünüp yazdıkları ile devam ettirmektedir. Entelektüel yönü ağır
basar. İnce ruhlu, derin düşünceleri olan biridir. O derinlikte boğulup
boğulmadığı ise göreceli… Hem zaten ‘en normal’ diye nitelendirdiklerimiz bile,
ne kadar normal ki?
Deren:
Şşşh… Onu yalnızca Can görebilir. Tıpkı hiç kimsenin sevgiliyi, sevenin
gözünden göremeyeceği gibi… Sadece baskın olan muzur karakter yapısının
bilinmesi yeterli.
Dekor:
Deren’in en sevdiği renk olan mor tonlarının abartısıyla ağırlaşmış bir oda.
Açık lila rengi üzerine koyu eflatun çizgileri olan bir perde, pencerenin
yarısını örtecek biçimde çekilmiş. İki tane eflatun, mat suni deriden berjer
neredeyse ‘’birbirine dönük’’ denilebilecek kadar çapraz biçimde pencerenin
önüne yerleştirilmiş; ortalarındaki sehpanın üzerindeki fanusta beta cinsi bir
balık, etrafı izliyor ilgisizce. Can’ın en iyi dostu, İran kedisi Derry, her
zamanki yerine yerleşmiş yine. Uyukluyor Can’ın koltuğunun dibinde. ‘Mor
ışıklandırma hayvancağızı kendinden mi geçiriyor, yoksa yapısı mı böyle’ sorusuna
Can 25 aydır cevap bulamamış. (‘’Kedisinden bekliyor cevabı’’ diye
sürdürmeyeceğim bu cümleyi ama Can bu, ne yapsa yeridir.) Derry kendi halinde,
balık kendi halinde… Beş altı tane kül tablası sanki odanın farklı yerlerine
serpiştirilmiş gibi duruyor ve hepsi de dolu, oda duman altı –sisli
zannedilebilecek kadar.- (Aramızda kalsın ama Can bir keresinde dalgınlıkla,
elindeki sigaranın külünü akvaryuma çırpmıştı. Fark edince panikle kalkıp, suyu
değiştirdi. Balıksa halinden memnun, tam bir pasif içici! )
1.
PERDE
Can,
okuduğu kitabın arasına, ayracı özensizce bırakıp, kitabı koltuğun arasına
koydu. Sigarasını söndürüp yerinden kalktı; aralık olan perdeyi tamamen açtı.
Yine o ışık… Kimseyle konuşmamaktan çatallaşmış sesiyle, açtığı pencereden
gelen havayla konuşuyormuşçasına:
-Hissetmiştim,
biliyordum… Gitmediğini kimseye anlatamıyorum. Anlatma girişimlerimden de
vazgeçtim zaten. Nerden bilecekler ki, gecenin ortasında beliren bu zamansız,
bu karanlığı bastıran ışığın senin aurandan, senin ruhundan başka bir şey
olmadığını? (Sitemkâr bir şekilde) Kaç gecedir yoktun sevgilim… Neden? Oysa söz
vermiştin, bir sonraki gelişinde aşkı anlatacaktın, sevgi üzerine konuşmakla
geçirecektik tüm vaktimizi. Sohbetini, sesini, sesinden buket buket yazılmış
şiirleri dinlemeyi özledim.
Gülmek
mutlu olmak mıydı yoksa üzüldüğünü belli etmemek miydi bilemedim...
Âşık
olmak yeniden doğmak mıydı yoksa sensizliğimde boğulmak mı, bilemedim...
İyi
duygular var mıydı; yoksa hayat planladıklarımız mıydı?
Umut
denen şey güneşle batıp, gece neden gözlerimizi yaşartırdı.
Gençlik
denen çağ bir ömürde kaç yıl kalırdı.
Ve
duygular ne zaman bu kadar erken yaşlanmaya başladı...
Çözemedim...
Susmak
mı iyiydi konuşmak yerine ya da avaz avaz haykırmak mı tüm evrene
Sevmek
mi iyiydi yakınlaşma olmadan ya da yanında olup bakmak mı gözlerine
Bilemedim...
Neden
bu kadar çok şeyi bilirken, öğrenmeden ölür gider insan en güzel duyguları
Sen
bir cevap ver
Ben
öğrenemedim...
(Kendisiyle
konuşur gibi) Deren’im kadar derin düşünen, muhabbet edebildiğim, birlikte
zaman geçirmekten tat aldığım tek bir Allah’ın kulu çıkmadı karşıma. Kimseyle
bir konu üzerinde hararetli bir tartışma yapamadan geçen 12 sene! 12 sene… (Ses
tonu yükselir) Tam 12 yıl! Tabi ya, 16 Kasım!
Birden
omzuna biri dokunmuş gibi irkilerek arkasına döner.
Işıklar
kararır, perde kapanır.
2.
PERDE
Karşısındadır
işte Deren’i, o güzel sevgilisi. 18 yaşındaki halinde; bir eylemde konuyla
alakası olmamasına rağmen serseri bir kurşuna kurban gittiği yaştadır. Can’a
rüyalarında yılların izlerini üstünde taşıyarak gelmiştir hep. İlk kez
karşısında onu son gördüğü haliyle durmakta olan Deren, Can üzerinde şok etkisi
yaratmış olacaktır ki, adamın ağzından sadece birkaç anlamsız ses çıkar ve
onlar da geceye karışıp kaybolurlar… Can bir müddet Deren’e bakar, sonra cama
doğru gidip kendi yansımasına bakar. Yeniden 20 yaşındadır işte! Gözyaşlarıyla
yüzünü yıkamaktan yıpratmadığı, üzüntülerin bedenini yormadığı o günlerde… Bir
müddet tepki veremez, sonra Deren’e yanaşır ve bembeyaz tenine, siyah dalgalı
saçlarına, uzun beyaz elbisesinin aşağı doğru genişleyen kollarına dokunur. O
şaşkın haliyle bir daha asla sesini kullanamayacağı gibi saçma bir düşünceye
kapılmıştır ama çok geçmeden boğazını temizleyip kendini toparlar.
Deren:
Madem soruların var, geldim cevaplarımla.
Yaş,
rakamlarla değil; yaşanmışlıklarla ölçülür...
Aşk,
kaç kişiyi sevebildiğin değil, birini ne kadar sevdiğindir...
Özlemek,'o'ndan
ayrı kaldığında yanında olmasını istemek değildir;
Yanındayken
bile gözlerinde kaybolup, yaşanılan zamana dönmeyi dilemektir.
Yanındayken
bile yetinememek saniyelere tüm sevdayı sığdırmaya çalışmaktır.
Ömür,
uzun değildir... Sevemezsen birini
Ömür,
kısa değildir; sever ve tüketmez isen o sevgiyi...
Kelimeler,
anlamlıdır... Farklı yollarla söyleyemezsen hislerini
Kelimeler,
önemsizdir; daha konuşmadan anlıyorsa seni karşındaki
Ve
kişiliğidir insanın sahip olduğu tek gerçek mücevheri.
Ondan
taviz verirsen eğer,
Ardına
bakmadan gider, affetmez seni.
İnanmak
gereklidir şüphe duymadan
Güvenmek
zorundadır aslında her insan
Yaşamak
ve ''yaşamı oynamak'' farklı şeylerdir
Yaşıyorsundur
esasen, güvenebildiğin zaman...
Affetmek
erdem değildir
Affetmek
sevmek, değer vermektir.
Ne
kadar yıpransan da onun yüzünden
Nerde
olursa olsun ona dönmektir.
Çaresizlik
değildir gözyaşları istemeden akınca
Unutulmaz
sen ne kadar 'unuturum' sansan da
Güçlü
olmak zordur diyen varsa haksızdır
Bir
gün anlayacaktır 'güç kasta değil zekâda'
Bazen
susmaktadır güç, bazen kibar olmakta
Ama
fark ettim ki, en büyük güç doğada
En
masum sevgide ya da yeni doğan çocukta
Tecrübedir
yaşam kitabı, imzam var her satırda...
Can:
Uyuyakalmış olmalıyım yine…
Deren:
Uyku basit, hafif, küçümsenecek bir kavram sevgilim; uyumadın sen. Ben de rüya
değilim, bilmek istediğin buysa eğer.
Can:
Rüyalarımda da böyle konuşuyordun. Her şey hakkında konuştuk hayat hakkında,
ölüm hakkında, terimler, kavramlar, topluluklar…
Deren:
(Sözünü keser ve gülerek) Konuştuğun kişi bendim zaten, biliyorum! Konuşmaların
detaylarını bile anlatabilirim istersen.
Can:
Rüyalarım bile gerçek seninle… (Duraksar) Şarkımızın sözlerini hatırlıyor musun?
Deren:
(Şarkının ortasından girerek söylemeye başlar)
‘’Sensiz
gecemin şu son deminde,
Kâbus
olsan gel, güzel bir düş seninle…’’ (Eliyle ‘devam et’ dercesine Can’ı
gösterir)
Can:
‘’Yağmasın yağmur yüzüme,
Değmesin
rüzgâr tenime,
El
değmesin elime, senden başka’’
İkisi
birlikte: ‘’Sensiz olmaz!’’
(Gülüşürler)
Can:
(Birden buruklaşarak) Olmadı, olamazdı da…
Deren:
Biliyorum sevgilim.(Can’ı güldürmek için) Rüyalarında daha iyi şarkı söylüyordun
ama!
Her şeyin
en güzeli düş dünyasında değil midir zaten? Tıpkı bizim en iyi hallerimizle
burada olduğumuz gibi…
Can:
Rüya değil demiştin? Rüya da olsa, gerçek de, hatta ölmüş olsam bile bu anı
dondurmak istiyorum. Bunu deli gibi istiyorum.
Deren:
(Bir kahkaha atar) Aklı başında bir hareketin olduysa bile benim gözümden
kaçmış demektir çünkü hatırlamıyorum. Hem zaman sadece sıfır derecede donar.
Pardon. Su da olabilir o. Ama burayı sıfır dereceye getirirsek ben de donarım.
Ayrıca sana şunu söyleyeyim, donmuş bir Deren kimsenin işine gelmez; bence o
zaman korkunç görünürüm ne gerek var milletin göz zevkini bozmaya, öyle değil
mi? Bundan sonra hep birlikte olacağız zaten. Vee… Sadece iki dilek hakkın
kaldı!
Can:
Hiç değişmeyeceksin değil mi? (diyerek Deren’in kahkahasına eşlik eder;
değişmeyeceğini bilerek sorulmuş bir sorudur onunki ve değişmesini asla
istemez. Can, hemen romantikleşmeye, biraz daha ağır bir havaya bürünmeye
yatkın bir karakterdir. Deren kadar uzun süre koruyamaz neşesini. Devam eder )
Seni
hep bu halinle sevdim işte,
Biraz
deli, biraz uçuk belki biraz divane…
Beni
ne kadar sevdiğinin merakı vardı hep içimde.
Cevabı
bilsem de aşk, bu hissi yenememektir belki de.
Ben
sustuğumda sen söyle
Sen
devam et benim kaldığım yerden, cümlelerime.
Korkular
belirsizlikler ortaktır tüm insanlar için
Bilinmeyenler
vardır bir de…
Bana
bilmediklerimi anlat.
Ve de…
Neyse!
Sen
anlat ben nefesimi tutayım
Sözler
kaçıp gitmesin benden diye…
Senin
bu kent, bu kırık şehir
Kuruldu
sen hayatıma girdiğinde
İçinde
dolaşıyorsun şimdi gözlerinde ateşle
Her an
yakacak gibi…
Tehdit
edercesine...
Sen
söyle, ‘yalan’ de...
Konuşmak
istemiyorum artık halime üzülen
Teselli
edenlerle.
Sen
konuş sadece, biliyorsun
Deva
sende, teselli sende, nasıl ki keder sendeyse…
Kaderin
cilvesi işte!
Bilemezsin
ne zaman vurulacaksın, kim bilir nerde
Haydi
konuş
Hayatı
anlat bana…
Yaşam
yoksunuyum bugünlerde
Yaşamayı
anlat…
Uzun
uzun anlat sigaranın zararlarını
Unutup
yaktıkça peş peşe…
Ama
anla ki sana benzeyen her şeyi seviyorum
O da
senin gibi bir var bir yok
Dumanı
gözlerinde…
İyi
gidiyor anlayacağın, sensizlikte.
Anlat.
Ben
susayım sen söyle…
Sen
cevap ver sessiz sorularıma;
Ben
de, de
Ben
de…
Deren:
Ben hala aynı deliyim, aynı uçuk, aynı divane
Yanındaydım
sen hissedip görmesen de
Sen
yazarken, sen yaşarken, hem gündüz, hem gece…
En
güzelinden bir dolunay gönderirdim sana
Bulutların
değil, satırların arasından
Fikrine
ilham versin diye,
Benim
anlatamadığım aşkımı anlatması için bir de.
Kıskandı
seni belki, yine de ışığından bir şey kaybetmedi
Karanlıktan
korkma diye.
‘Anlat’
, dedin.
Aynı
kaos, aynı çelişki, aynıdır isimleri kavramların
Aynı
olmasa da manası herkeste; hele ki aşkın.
Olay
da tam olarak budur işte
Aşk
da, hayat da tam bir görece.
Işığı,
sonundaki umut olan bir tünel, benim zihnimde
İleriyi
düşünmeden, çıkışı göremeden bağlanmak birisine.
Ve ne
kadar cesur olursan ol, yine de korkutucu
Yaşarken
bir yandan yakınlaşmak misali, ölümün soğuk nefesine…
Adı
aşktır, yaşamın çocuğu.
Derdim
ya sana, anlamsızdır.
Aşkın
tatlısı sevilir de, acısı terstir insanın doğasına
Var
olmak için gelip dünyaya
Felsefesi
‘yok olmak’ olan bir hissin içinde
Kapılıp
dururlar bir belirsizlikten, diğerine
Ama
bilmezler ki aşk: hem var, hem yok olmaktır;
Belki
de saniyeden daha küçük bir anın içinde.
Can:
Frekans tutması hafif kalır Sevgi’m. Ben buna yeni bir tabir bulabileceğimizi
düşünüyorum… Imm, ‘sözlerin uçuşurken, frekansların tutuşması’. Evet, tam da
bu!
(Deren,
şefkat ve aşkla bakmaktadır, Can bir şey söylemesine fırsat vermeden devam
eder) Tartışmalarımızı düşünüyorum, her anımız aklımda… ‘Gereksizdi’
diyebileceğim tek bir şey bile yok; hepsi gerekiyordu bana göre. Çocukluk
aşkından gelen mektupları atmadığın için sana kızdığımda ‘Tarihte de önemli
olaylar vardır, bunlar hatırlanması ve sonradan aynı hataların yapılmaması için
belgelenir. Ben de bu yüzden atmadım onları. Tarih de çağlara ayrılır; kavimler
göçü, İsa’nın doğuşu gibi önemli olayların etkisiyle olmuştur bu… Ben de senin
hayatıma girişinle yeni bir çağ yaşamaya başladım. Buna da Kalıcı Bahar Çağı
diyorum. Sen böyle bahar çiçeklerini solduracak kadar soğuk esersen yeni
isimler düşünmek zorunda kalacağım!’ deyip susmuştun. Saatlerce susmuştun. Yeni
isimler düşünmenden korktuğum için nasıl geri adım atacağımı şaşırdım, çok iyi
hatırlıyorum. Senin zekâna hayran olduğum kadar, inadına da hayranım.
Deren:
(Şımarık bir tonda) Ah beyefendiciğim, ne yazık ki yanımda şu an bir resmim
yok, en kısa zamanda sizin için bir tane imzalayıp göndereceğimden emin
olabilirsiniz.
Can:
Dalga geçmeye devam et sen, ciddiyim. İmrenme ve aşktan oluşan bir duygu… Yani
hayranlık kelimesi cuk oturdu buraya. Ne çok şey öğrendim senden… Aynı zamanda,
kimse canımı senin tek bir sözle yaktığın kadar yakamazdı. Çünkü ben kimseye o
değeri veremezdim. Sevgi hafif bir duygudur; acısız, sancısız, şiirler şarkılar
yazdırmayan insana. Ama aşk öyle mi ya? Sevgi insanı bülbül eder söyletir, aşk
sus pus eder içten içe inletir. Kaç kez seni sevdiğimi söylemek içimde kaldı
da, pişman olup yine susup, tekrar âşık oldum sana ‘seviyorum’ gibi basit bir
sözcük olsa olsa yalan olurdu. Sen, her yaşıtın kız gibi bunu duymayı beklerdin
benden; evet bakma öyle farkındayım aşkın suçu bu Meleğim. Ne kızgın olduğum
zamanlar oldu da, yine seni karşımda gördüğümde ellerim buz keser, adımlarım
birbirine dolaşırdı. Kızdığım için kendime kızar bir yandan seni düşünmeye
devam ederdim. O yüzden mi ‘aşk iki kişiliktir’ demiş şair? Ağır bir duygu bu,
kimse tek başına kaldıramaz demek istemiş galiba…(Durur. Deren’e uzun uzun
bakar. Bakışlarını başka yöne çevirmeden devam eder.)
Her
şeyin en iyisine layık görüyorum seni
Ve en
iyi karaları kendin için, gene kendin verdin…
Sen
kendi romanının ana kahramanını oynarken
Gıptayla
baktığımı fark etmezdin.
Ben
hep başkalarının hayatında canlandırdım
Ana
karakterleri…
Kendi
hayatım bana bile kapalıydı çünkü
Böyle
olsun istemezdim
İşte
bundandır sevdiğim;
Gıptayla
bakmam, saygı duyduğum için.
Seçtiğin
kişilere, verdiğin kararlara…
Hatta
bazen kararsızlıklarına bile…
Ve
budur yine, belki de
Seni
sessizliklerde, sensizliklerde sevme nedenim…
Sen
seçilen olmayı benimseyemezdin
Kendi
seçtiklerinle doldururdun hayat torbanı
Belki
de ben seçmeyi beceremedim
Yoğundum…
Çürük insanları ayıkladığımdan dolayı…
İçimden
sevdim seni ben
Kelimelere
yeğledim duygularımı…
Unuttuğun
sevinçlerimiz hala aklımda
Unuttuğun
yağmurlar hala saklımda
Sen bir
hayal miydin yoksa hiç olmadın mı hayatımda
Hayal
dünyamda mı yaşadım aşkımı?
Belki
öyledir…
Belki
bundandır -ki her insanda
Bir
parça seni buluyorum
‘’Sen sen açıyor’’ çiçekler kışın ortasında
Belki
bundandır sevdiğim
Koparmaya
kıyamıyorum…
Bir
sürü gözyaşı biriktirdim dondurup
Ne
güneşler üfledi, çözemedi buzları…
Gözlerimden
akıttım karlara bıraktım,
Sonra
bir müddet durup
İzledim
–ki inci oldu teker teker gözyaşları…
Belki
içimde elmastı her biri
Çıkınca
kalpten seller, nehirler olup
Belki
bundandır değerini kaybetmeleri…
Sevmiyorlar
sahte sevgileri
Belki
bundandır benimsemem seni
Yalın
olman, silmen hayatından tüm sahtelikleri…
Ne
tuhaf değil mi?
İçini
acıtan kişinin sevdiğin olması
Buna
rağmen;
Acıyı
sadece o kişinin unutturması
Gelişi
güzel söylenmiş bir lafın kalbini kırması
Gelişi
güzel söylenmiş bir lafın kırığı onarması…
Belki
de bundandır;
Kırılma,
yeniden solma korkusu insandaki
Ve
belki de bundandır, içimden sevdim seni…
Öyle
bir yandım ki bu sefer sevdiğim,
Küllerime
basanlar bile utandı inan…
Boynu
bükük laleler bıraktılar üzerine küllerimin…
Yine
de için için yandı kalıntıları, sevgimin…
Biz
sessiz birer çığlığız.
Biz un
ufak olup toplayamadığımız keskin cam parçaları gibi
Biz
birbirimize zararlıyız… Aşığız.
Kim
bilir belki hayatın yazarının satırlarıyız…
Biz
hem birer kıvılcım, hem de deryayız…
Deren:
(Oldukça durgunlaşmıştır, yanağında az önce düştüğünü belli eden bir gözyaşı
damlasının izi vardır.)
Affet
sevdiğim...
Bugüne
kadar yaptığım tüm çocukluklar için
Bir
özür çıkamadı kibirli dudaklarımdan
Dudaklarım
kilitli
Kalbim
sana kilitsiz
Ben
bir divaneyim işte, zincirsiz.
Bir
kibriti rüzgârlı havada çakmaya çalışmakmış
O
sevmek denilen illet...
Şimdi
seni arar gözlerim yerli yersiz.
Sen
milatsın hislerimde
Onlar
kalsa da sahipsiz
Sen
bir romansın gözlerinle
Öyle
derin ve öyle başlangıçsız bitişsiz...
Can:
Affetmek mi? Ben ‘kızamazdım’ derken, bunu söyleyebilmen gülünç sevgilim.
Deren:
(Bozulmuş bir ifadeyle) Espri yaptığımda gülmeyip buna gülünç diyebildiğin için
mi aşığım acaba sana?
Can: .
Ben her aldığın nefes için, nefes başına üç kez sana aşığım, senin sebebini
bilemeyeceğim. Sahip olduğun bir şeyi hayatından çıkarmaktan daha zormuş diğer
yarını yitirmek, içini burkuyormuş insanın. Oysa hepi topu ne kadar yer
kaplıyoruz evrende, ama diğer yarım, yârim olunca, evren benim dediğim
zamanları hatırlıyorum. Bir gün sabah bir uyandım, eksik olan bir şeyler var!
Baktım ki kalbim içinde duruyor senin avuçlarının… Yerlerde damla damla kan…
Yerlerde mısralarım… Ve öylesine ağır bir yağmur çiseliyor ki yerlerde kalmasın
diye sana bıraktıklarım. Sürekli beynimi kemiren sorulardı, yanımda olsan o
saniyenin ne kadar büyüleyici olabileceği; ne söyleyeceğin… Seni aradım bir
süre, tanıdık bakışlarda. Herkesi sana benzetmeye başladım. Baktım olmuyor,
kedimin adını senin adına benzettim hiçbir şey yapamadığım için. Şairler
ölümsüzmüş ya hani; ben bu söze hiçbir zaman katılmadım. Şiirlerdir ölümsüz
olan. Yazan hakkında bir şey bilinmez ismi dışında… Dizelerdir akıllarda kalan.
Ben de öleceğim, ama sen hep yaşayacaksın… Her bir dize, bir saç telin. Her
imla sen de saklı… Bana kalırsa şans denen şapşal gezgin, bizim yolumuzu
bulamadı.
Deren:
Yaa… Oysa ben dünyaya gelmiş en şanslı insanlar olduğumuzu düşünüyordum.
Şansımızın
adı aşk... Adı sevgi...
Bir
türlü koyamadım ismini
Biliyorum
artık çok geç
Söylediğim
yer bu dünya değil ki
Ben
düşlerden gelenim,
Sen de
düşler elçisi...
Can:
Düşlere kaldı artık, gördüğün gibi... Düşlerimin krallığında en güzel tahta
oturttum seni... Eğer bir gün verirsen, o sabırla beklediğim ''huzuruna
çıkabilme'' iznini; o zaman söylerim ölüm de olsa sonunda; diyemediklerimi...
(Deren’in önünde diz çöker) Seni, tüm sevgi değerlerinden daha çok sevdiğimi… Seni
sevdiğimi…
Işıklar
kararır.
İkisinin
şarkısı olan ‘Sensiz Olmaz’ın sadece nakaratı çalar.
Perde
kapanır.
3.
PERDE
Oyuncular: Polis memuru, komşu
Dekor: Yanık, yıkık bir ev. Yatay bir
şekilde yere düşen dış kapı sağlam kalan tek şey gibi görünüyor. Her yer kül
içinde.
Polis memuru: Yalnız mı yaşıyordu?
Komşu: Evet, dün evine biri geldi mi
gelmedi mi bilmiyorum ben de evde yoktum. Dün gece ablamın evinde kaldım.
Geldiğimde apartmanın önünde itfaiye ve polis arabaları vardı. En üst kattaki
Ayten abla fark etmiş evden çıkan dumanları, zaten itfaiyeyi o çağırmış. Bana
söylediklerine göre, sigaradan çıkmış yangın.
Polis memuru: Ailesinden birilerini tanıyor
musunuz?
Komşu: Valla… Hep yalnızdı Can Bey,
kimseyle konuşmazdı. Bilen birinin olabileceğini düşünsem, sizi ona
yönlendireceğim ama evine giren, evinden çıkan kimseyi de görmedik ki…
Polis memuru başını sallayarak not
almaktadır.
Perde tekrar kapanır.
4.
PERDE
Birinci
perdede kullanılan dekorun aynısı. Can aynı şekilde kitap okumaktadır, bir
elinde sigarası vardır ancak bu kez kitabı kapatıp, sigarasını söndürüp ayağa
kalkmaz. Kitabı elinde, başı öne düşerek uyuyakaldığında elindeki sigarası
ahşap zemine düşer. Ve Deren’in ‘bu rüya değil’ derken söylediğinin gerçek
olduğu anlaşılır. Artık asla ayrılmayacaklardır…
Yorumlar
Yorum Gönder