Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Eh, Buz!

''Çünkü bütün mesele buz'', diyen bir aşık vardı; buzdu çünkü... O, Ankara'nın ayazında kışın gözyaşı dökmüştü. O, suyun yüzde nasıl donduğunu ve buzun tende nasıl durduğunu görmüştü. Yakışıyordu buz, buğday tene. Aslında tüm mesele buz değildi de, mesele çözebilmekteydi buzu. Buz dağını yazsa insan, donarak ölür müydü? Ankara'da aşık olsa bir kadın 'karanfil'de hiç bir koku almadan mı yürürdü yine? Nefretimin, buz dağında sadece görünen kısım olduğunu o biliyor muydu? Buz dağının görünmeyen kısmı alabildiğine aşktı, görünmüyordu, gösteremezdim kavgamı, belli etmezdim sevdamı. Ve her zaman öfkem terazide ağır basardı. Ona tavsiyem, nefretimi seçmesiydi çünkü benim aşkım olabildiğince can yakardı. O, bunu bilmeden sevmem için yalvardı. Kıyamadım. Kıyamadım, kıyamazdım. Çünkü bütün mesele buz. Sevdikçe donar, alıştıkça çözünür, aniden çarpınca batar ruhumuz... Adem'e baş kaldıran Havva kadar kulluğumuz. Kendi cennetimizden kovulmuşuz. Bir cennet va...
Sonra çöp kovan bira şişeleriyle dolabilir meselâ Sonra olmaz dediğin olabilir. Sevmez dediğin sever ve gitmez dediğin gider, görürsün. Özlersin. İzlersin. Sonra sen güneş beklerken dolunay doğabilir. En son ömrün acıya sığınabilir. Ölmek istersin. Hoşçakalın bile demezsin. Hoş kalsınlar istemezsin. Olabilir... Selin'S

Manyetik Tanyeri

Fabrika bacalarının zehir kustuğu, Havanın ayaza kestiği, Soğuğun, üşümeye mahkûm canlıların sesini kıstığı O tekrardan ibaret anlardan biriydi Ve düşünüyordum, Kör bir adama el sallayan o kadını Mahremden bihaber duvarları Tutmaya yüz tutmuş da tutmayı unutmuş duaları Pamuk tüylü bir kirpi yavrusunu Sonra Yavrusunu kaybetmiş bir annenin acısını. Boynuma doluyordum ardından En son boynuna dolanan bir atkıyı. Kokunu alıp seviyordum. Bol tezatlı karakterimi bilirsin, Kokunu alıp sövüyordum. Ve koşar adım kaçıyordum sevme hissinden Kovalıyordum alışmaları. O akçe pakçe anılarım senden sonra karardı Yine de varmadı dilim seni karalamaya Kalemim de varmadı. Zarlarımı fırlattım bir otobüs durağından Yolun orta yerine: Altıya altı... Saat ise henüz altıya beş vardı. Birileri hâlâ gökyüzünde asılı unutmuştu üstelik dolunayı. Açlık değil bu, Ben görev bildim haftada üç gün ve üç günde üç öğün, Ruhumu doyurmayı... Yudum yudum içerken satırları, Gözlerinde sindirmek i...

Pencere Pervazlarında Pervasızlık

Pencere Pervazlarında Pervasızlık Sabahın köründe yaşlı kadından saatlerce dua aldığımda iyiliğimi gördüm. Saatlerce intikam planı yapıp, acımadan uyguladığımda kötülüğümü... Ve iyilikle de kötülükle de mutlu olduğumu fark edince çelişkilerimi gördüm. Tekrar çıktığın zaman karşıma, öldüğümü... Kuşluk vakti, sabah, öğlen ve sabah arası, öğlen, öğleden sonra, akşama doğru, akşam ve sabaha kadar içtiğim kahvelere anlattım kendimi sonra. Bile bile tansiyonumu düşürdüğünü. Bir Bukowski pervasızlığında izledim, izlenmeye değmeyecek filmlerin tümünü. Ve eksik-ve yanlış sevdim sevdiğim kim varsa... Bağlanmak istediğimde öyle bir bağlandım ki çözemedim düğümü... Sevmediğim zaman öyle güzel nefret ettim ki, şehrin havasına karışan nefeslerini egale edip öyle nefes alıp verdim. Hiç bir şeyde orta yolu bulamadığım gibi, bulamadım kaybettiğim küçüklüğümü. Küçükken korkardım ve korkunun cesaret olduğunu sonradan anladım, Anladım ki Bukowski pencere pervazlarına ellerini dayayıp dakikala...