Daha bir tuzluydu bugün, uyanık kalabilmek için içtiğim zoraki yudumlar... İçimdeki, karnı deşilmiş palyaçolar, kanları aksa da, yine zoraki kahkahalarla çınlattılar beynimin duvarlarını. Sekiz sene daha yaşlandım bugün, gözyaşımı döktüğüm her saat bir sene gibi geçip gitti günümden... İstemli yalnızlığıma hal hatır sordum. Bardaktaki kahveyle birlikte soğudum. Ancak bir palyaço kadar tuzlu ve bir bardak kahve kadar mutluydum işte. Hiçlik. Ah, ben bir balık olsam, suda boğulurdum. Ben, bir anne olsam ellerimle toprağa verirdim çocuğumu. Hayatın benimle bitip tükenmek bilmeyen bir sorunu, bir intikamı vardı. Şu hayattan bana birkaç şey kar kaldı. Doğum günümde bir lanet, altında doğduğum takım yıldızlarında acımasız bir orestes sendromu... Oryantalist bir doğumun inatçı tutunuşu... Bir de ölü anılar, avuçlar dolusu... Yanaklarımda, yol yol kurumuş tuzlu suların çıktığı yollar ya çıkmaz sokaktı ya uçuruma çıkıyorlardı. Yine de yürüdüm. Yağmurun kendisi gibi. Öyle bir yürüdüm...