Yokluğundan kaçarken kaybolduğum şehirlerde, denk geldiğim 'sen'den oluşan şiirler getirdim sana. Yine... Ben daha önceden de kayboldum, bulduğumda seni. Güldüğünde dudaklarının kenarında oluşan çizgilerde de kayboldum. Ben kahverengi diye biliyorken, içinde zümrüt madeni olduğunu keşfettiğim gözlerinde hapsoldum. Haftaları kovalayan aylar geçti, ayları kolaçan eden mevsimler, Deniz yükseldi, alçaldı deniz, ama senin kadar değil, benim kadar da değil; Ve sandığın gibi de değil, Ben ne deniz yükseldiğinde ne de biz alçaldığımızda sarsılmadım, sadece kendi göz yaşımda boğuldum. Umursamaz, ukala ve zamansız mekansız burnuma çarpan bir kokuya, ben seni sordum... Deli, acayip, şizofren diyormuşsun ardımdan... De. Vurdumduymaz, umarsız, başına buyruk diyorlarmış. Desinler. Hatta ben ekleyeyim diyemediklerini, Yazabilmek için, biraz ruh hastası, bir doz manyak, yarım saat serseri, bir tatlı kaşığı aşık, bir çekmece dolusu kaşık ve bir tutam maydanoz olmak gerekir efendim. ...